ŞEDİDU'L-İKAB

Yeni Sayfa 1

﴿

شَدِيدُ الْعِقاَبِ ﴾
ŞEDÎDU'L-İKÂB

Bu sıfat Kur'an-ı Kerîm'in birçok yerinde geçmektedir. Bütün İslâm âlimleri de
Allah'ın böyle bir sıfatı bulunduğu konusunda müttefiktirler. Sıfatın anlamı son
derece açıktır. Allah, inkarcıları inkarları nedeniyle günahkarları da günahları
nedeniyle cezalandırır. Dilediğinin cezasını bu dünyada verir, dilediğinin
cezasını da âhirete erteler. Hiç kimse bu yaptığı nedeniyle O'nu sorguya
çekemez.

İkâb, ceza demektir. Kişi, işlediği bir suç nedeniyle cezayı hak eder. Ceza,
işlenen suçun karşılığıdır. Allah kullarını, yasaklanan fiilleri işlediklerinde
veya emredilen fiilleri yapmadıklarında cezalandırır. Allah'ın kullarını
cezalandır­ması iki türlüdür:

1-
Allah'ın, cezayı hak eden kullarını dünyada cezalandırması. Buna göre Allah,
dilediği günahkar kullarından kimini bu dünyada yakıcı yıldırımlarla, şiddetli
depremlerle veya başka tehlikeli felaketlerle cezalandırır. Dünyada verilen bu
cezalar inkarcılar için bir azap, günahkar mü'minler içinse bir rah­met ve
günahlarının kefaretidir. Bu felaketler günahkar mü'minlerin kalplerini
arındırır, gafletten uyanmalarına ve işledikleri fenalıkları terk etmelerine
vesile olur. Eğer buna rağmen bu mü'minler başlarına gelen felaketten ders
almaz, imanlarının gereklerini yerine getirmez ve isyanlarına devam edip günah
iş­lemekte ısrar ederlerse, bu durumda Allah dilerse onları âhirette de
cezalandı­rır dilerse de kendilerini affeder.

Peygamberlerin, Allah dostlarının ve arınmış salihlerin başlarına gelen
felaketler, musibetler ve sıkıntılar, kendileri için bir ceza değildir. Çünkü
ceza, kulun günah işlemesinin ardından gelir ve bunun ceza olduğu hissedilir.

Allah'ın kendisini küfür, nifak ve günah işlemekten koruduğu, kalplerine imanı
sevdirdiği, kalplerini yakîn nuru ile aydınlattığı kimselerin başına gelen
belalar, musibetler, sıkıntı ve zararlar, Allah'ın bu kimselere bir ikramıdır.
Bunlarla Allah, onları daha da arındırmakta, nurlarını arttırmakta ve onları
kendisine daha fazla yaklaştırmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber şöyle
bu­yurmuştur: "İnsanlar arasında bela ve musibeti en çok olan peygamberler,
sonra onların izinden gidenlerdir."

2- Allah'ın, cezayı hak eden kullarını âhirette cezalandırması. Uhrevi ce­zalar,
ruhun bedenden ayrıldığı ölüm andan itibaren başlar. Kabir azabı, ye­niden
diriliş sıkıntıları, hesap verme ve cehennem ateşi hep uhrevi cezalar­dandır. Bu
konuyla ilgili detaylar "et-Tezkire" adlı eserimizde bulunmaktadır. İsteyenler
oraya müracaat edebilirler.

Fakat şunu belirtmekte yarar görüyorum. Cehennemde bazılarının cezası
diğerlerinkinden daha ağır olabilir. Allah bu gerçeği Kur'an'da bize şöyle
bil­dirmektedir: "Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar."[1]
Hz. Peygamber de Amcası Ebû Talip için şöyle söylemiştir: "Cehennem ehli
arasında azabı en Hafîf olan O'dur. Cehennem azabı öyle şiddetlidir ki, ateş­ten
bir çift ayakkabı giyen kimsenin beyni, bunların şiddetiyle kaynar."[2]
Hz. Peygamber'in burada cehennem ehlinden, inkarcıları kastettiği söylenmiştir.

Mü'minlerden cehenneme girenlerin azabı da birbirinden farklıdır. Kimi­sinin
azabı daha ağır ve uzun, kimisinin de daha Hafîf ve kısa olabilir. Bu­nunla
ilgili detayları da Yukarıda adını verdiğimiz "et-Tezkire" adlı eserimizden
öğrenebilirsiniz. Fakat sonuçta her müslüman cezasını çektikten sonra bura­dan
çıkacak ve Allah'ın kendisi için hazırladığı nimetlere kavuşacaktır. İnkar­cılar
ise ebedi olarak burada kalacaklardır. Çünkü inkarcılar için Allah şöyle
buyurur: "Onlar için göğün kapıları açılmaz ve deve iğnenin deliğinden
ge­çinceye kadar cennete de girmezler."[3]



* * *






[1]
Nisa,

145.






[2]
Müslim,

212.






[3]
A'raf,

40.