Dâvetin Metodu
Dâvetin Metodu
Dâvetin Metodu:
Peygamberler işte bu örnekliği ve Hak dâveti en
güzel şekilde yaparlar. Kur'an, dâvetin nasıl olacağını, dâvet metodunu, kısaca
Hz. Muhammed'in şahsında müslümanlara şu güzel ifadelerle bildirmiştir:
"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde
mücadele et â¦" (16/Nahl, 125). Son derece tutarlı, akla uygun, inandırıcı,
mantıklı ve sistemli bir şekilde dâvet metodu izleyen Allah'ın Rasûlü
dâvetinde başarılı olmuştur. Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve Yüce bir ahlâka
sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde, söylediklerini yaşayarak
insanları Hakk'a çağırmıştir. O, hitap ettiği insanları iyi tanıyordu ve
onlara kendi durumlarına göre davranıyordu. Karşısındakine değer veriyor,
konuşurken onların özelliklerini göz önünde bulunduruyordu. Insanlara af,
hoşgörü, yumuşak huyluluk (hilm), tatlı dil ile yaklaşıyor; onlara tepeden
bakmıyor, kin ve intikam duygusu taşımıyor, zorbalığa başvurmuyor, şefkat ve
merhamet gösteriyor.
Kur'an, dâvetin bir gereği olmak üzere
Peygambere şöyle sesleniyor: "Allah'ın bir bağışı sayesinde sen onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın çevrenden dağılıp
giderlerdi." (3/Âl-i İmrân, 153). İslâm'ın fitrat dini olması, getirdiği
ilkelerin kolay, kapsayıcı, iyi olan her şeyi öngörmesi, kötülüklere karşı
olması, Kur'anın, Yüce ve etkileyici üslûbu (ifade tarzı) ve verdiği ümitler,
Peygamberin dâvetini kolaylaştırmıştır. O, sosyal ilişkilerden faydalanmış,
kabileleri, panayırları, pazar yerlerini ziyaret etmiş, toplumun önde
gelenlerine özel ilgi göstermiş, çağrısını duyurmak için çeşitli toplantılar
düzenlemiş, hatta bazı evliliklerinde bile dâvet amacı gözetmiştir. Şüphesiz
O'nun dâveti, Allah'ın ona yüklediği elçilik görevi idi. O'nun bu dâveti,
kesinlikle çıkar için dünyalık bir hedef, ya da üstünlük sağlama amacı olamazdı.
İslâm'a, Hakka, hidâyete ve güzelliklere dâvet
işi, yanlızca peygambere ait bir görev değildir. İman edenler, güçleri
nisbetinde bu dâvet işine katılırlar. Zaten müslüman kendi dinin temsilcisidir.
O hem İslâm'ı yaşamaktan, hem de onu başkalarına en güzel bir şekilde
ulaştırmaktan sorumludur. Çünkü İslâm, müslümanların ya da inanan bazı
gurupların hakimiyetlerinin, başkaları üzerinde otorite kurmalarının aracı
değil; huzur ve mutluluğun, gerçek barışın ve adâletin, kurtuluş ve insanca
yaşamanın İlâhî reçetesidir. Bu güzelliği ve saadeti bütün insanlarla
paylaşmak ayrıca bir güzelliktir.
Allah (c.c.) dâvet işini bütün mü'minlere
yüklüyor: "Sizden, hayra dâvet eden, ma'rufu emreden ve münkerden sakındıran
bir cemaat bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (3/Âl-i İmrân, 104).
Íslâm ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü
onlar Allah'a hakkıyla iman eder, ma'ruf emreder, münkerden sakındırırlar
(3/Âl-i İmrân, 110).
Müslümanlar bu dâveti öncelikli olarak basiret'
anlayışı ile yapmalılar. (Bakınız: Basiret) Kur'an'ın dâveti kör, bilinmeyen,
karışık, anlaşılmaz şeylere değil; açık, anlaşılır, faydalı ve doğru şeyleredir.
Bu çağrıyı yapan Peygamber ve mü'minler de kalp gözü açık, yani Hakk'ı idrak
eden, ne yaptığını bilen, ihlâslı, ileri görüşlü ve iyi niyetli kimselerdir.
Kur'an şöyle diyor: "De ki: âBu, benim yolumdur. Ben bir basiret üzere
Allah'a dâvet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben
müşriklerden değilim." (12/Yusuf/108)
Dâvetin etkili olabilmesi için, Peygamberin
kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur'an'ın emrine uyarak insanları en
güzel yollarla Allah'a dâvet etmiştir. Dikkat çekici bir nokta da şurasıdır:
Peygamberimiz, insanları kendine, kendi otoritesine, sistemine, pozisyonuna
değil; Allah'a ve O'na hakkıyla teslim olmaya çağırmıştır.
Kur'an, dâvet konusunda üç önemli prensibi
hatırlatıyor. Bunlar: Hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir sekilde mücadele.
Islâma dâvet eden, boş çekişmelerden ve münakaşalardan uzak durur. Hele din
konusunda kimseyle çekişmeye girmez. Sürekli bir biçimde Hakk'ı hatırlatır,
Allah'a çağırır, O'nun dinini yaşamanın güzelliklerini anlatır. Karanlığı
kötüleme yerine sürekli aydınlığı (nur'u) sunar. Kur'an Peygamberimize şöyle
diyor: "Biz her ümmete bir ibâdet tarzı (mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere
ibâdet etmektedir. Öyleyse, (din) işinde seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine
çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidâyet üzerindesin." (22/Hacc, 67).
Dâvetçi, dâvet ettiği şeyi öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek
olur. Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla
ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman dâvet edilen şeyi dâvetçinin şahsıyla
özleştirirler. Bu nedenle dâvetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır. İnsanlar,
bir gruba, bir hizbe ve onun prensiplerine, bir kişiye bağlanmaya değil,
Allah'a, O'na ibâdet etmeye, İslâm'ı yaşamaya çağrılmalı. Peygamberimizin
dâveti, bu çalışmaya hazırlık safhasından başlamış, kadrolaşma, kitleleşme ve
devletleşme aşamalarından geçerek, İslâmí toplum modeliyle başarıya ulaşmıştır.
Günümüzün dâvetçisi hem mü'minleri, hem de
inkârcıları Islâma, onun güzelliklerine dâvet etmeli. Çalışmasında başarılı
olabilmesi için en güzel medodu kullanmalı. Plânlı, programlı ve ihlâslı
çalışmalı. Günümüzün bütün meşrû dâvet araçlarından faydalanmalı. Medya ve
eğitim araçları gibi şeyler gerçekten dâvet için son derece elverişlidir.
Tekrar hatırlatalım ki dâvet işi bir cemaatin
değil, bütün müslümanların görevidir. Bu iş tek başına yapılabildiği gibi,
cemaat halinde de yapılabilir. Modernizm ile dalâleti en yoğun bir biçimde
yaşayan günümüzün insanına Islâmın diriltici soluğu dâvet yoluyla
ulaştırılabilir. (9)
Da'vet; İslâm dininin esaslarını anlatarak
insanların onu benimsemelerini ve dinin koyduğu esaslara göre yaşamalarını
sağlama çabasına denir. Lügatte da'vet kelimesi, De'ave fiilinden masdar olup
çağırmak, nidâ etmek, sevketmek, duâ veya bedduâda bulunmak; birisini yemek ve
ziyafete çağırmak manalarına gelmektedir. Bir isim olarak da kullanılan dâvet
lâfzı, lügat itibariyle herhangi bir çağrıya işaret eder. İslâm ıstılahında ise
dâvet tabiri ile, sadece İslâm'a yapılan çağrı kasdedilmektedir.
İslâm'a dâvet, İslâm'ın ele aldığı bütün
konularda geçerlidir. Dünya işlerinde de, âhiret işlerinde de İslâm'ın getirdiği
esasların tüm beşeriyete intikal ettirilmesi, dâvetin kapsamına girmektedir. Bu
bakımdan İslâm dâvetinin geniş bir tatbikat alanı ve geniş bir muhatap kitlesi
vardır. Dâvetin yapılacağı bu kitle, sadece müslüman olmayan kimselerden ibaret
değildir. Kâfirlerin yanısıra, münâfıklar ve müslümanlar da kendilerine İslâm
dâvetinin sunulacağı muhatap zümreyi oluştururlar; yani kısa ifadesiyle tüm bir
beşeriyet, dâvet faaliyeti ile karşı karşıyadır. Her ne kadar bazı araştırıcılar
dâvet kelimesinden, sadece müslüman olmayanları müslüman olmaya çağırma işini
anlamakta ve o şahsın zâhiren müslüman olması veya "müslüman oldum" demesi ile
dâvet faaliyetinin tamam olduğunu zannetmekte; müslüman olan kişiye İslâm'ın
anlatılması işini, tebliğ, va'z, irşâd gibi kelimelerle karşılamakta iseler de,
bu ayrım doğru değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de dâvet, tebliğ, inzâr, va'z,
nasihat, emr bi'l ma'rûf (iyiliği emretmek), nehy ani'l-münker (kötülükten
sakındırmak) gibi tâbirler birbiri yerine kullanılmıştır. Meselâ: "Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et." (5/Mâide, 67) âyetinde Hz.
Peygamber'den yapması. istenen tebliğ, hem müslümanlara, hem de gayr-i
müslimlere Kur'ân hakikatlarının anlatılmasıdır, yâni dâvettir. "Rabbinin
yoluna dâvet et." (16/Nahl, 125) âyetinde dâvetin kimlere yönelik olarak
yapılacağı açıkça zikredilmemiştir. Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerîm, tek bir
zümreyi hidayete çağırmak için değil, bütün insanları saâdete erdirmek üzere
gönderilmiş bir kitaptır. Bu sebeple bu âyette geçen dâvet faaliyetinin
kapsamına bütün bir beşeriyet girecektir.
Kur'ân'da olduğu gibi hadîs-i şeriflerde de
dâvet lâfzı ile sadece gayr-i müslimlerin İslâm'a çağrılması, tebliğ lâfzı ile
de müslümanlara İslâm'ın anlatılması kasdedilmemiş, aksine dâvet ve tebliğ
kelimeleri, hem müslümanlara, hem de müslüman olmayanlara İslâm'ın
aksettirilmesi manasında geçmiştir. Meselâ: "Kim, bir hidâyete dâvette
bulunursa, o hidâyete uyanların nâil olduğu ecrin tamamına, çağıran da erişir."
(Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlim 15) hadisini ele alalım. Hidayet, gerek
müslümanların, gerek gayr-i müslimlerin muhtaç oldukları bir unsurdur. Öyle
olunca hidayete müslümanlar da, gayr-i müslimlerde çağrılabilir ve çağrılmalıdır
da. Hadiste bu iki sınıftan sadece birisinin zikredilmemesi, her iki sınıfın da
dâvet kapsamına girdiğine işaret etmektedir.
Dâvet faaliyeti, müslümanların kaçınılmaz görev
ve sorumluluklarından birini oluşturmaktadır. Gücü, bilgisi ve bulunduğu konum
nispetinde ayrı ayrı her müslüman, üzerine düşeni kadarıyla dâvet vazifesini
yerine getirmekten mesûldür. Kur'ân âyetlerinde tebliğ, müslümanların temel
vasıflarından birisi olarak yer alır. Meselâ Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz: iyiliği emreder,
kötülükten sakındırırsınız." (3/Âl-i İmrân, 110). Bu görevin mutlak
gerekliliği, şu âyette kullanılan emir kipinden, açık bir şekilde
anlaşılmaktadır: "Sizden öyle bir cemâat bulunsun ki (onlar herkesi) hayra
dâvet etsin, iyiliği emredip kötülükten sakındırsın." (3/Âl-i İmrân, 104).
Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de: "Sizden her kim bir kötülük görürse onu
eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse
kalbiyle buğzetsin ki bu, imanın en zayıfıdır." (Müslim, İman 78) buyurarak
dâvet görevinin imanla ilişkili bir husus olduğunu belirtmiştir. İslâm'a dâvetin
önem ve gerekliliğini açıkça ortaya koyan bir başka husus da, âyetler ve
hadislerde bu görevi terkedenlerin acı âkıbet ve cezalarının belirtilmiş
olmasıdır. Allah'ın âyetlerini ve doğruyu tebliğ etmeyenler, Allah'ın ve lânet
etme şanına erenlerin lânetine uğrarlar: "İndirdiğimiz o açık açık
âyetlerimizi ve doğruyu -Biz, kitapta insanlara onu pek açık bir sûrette
bildirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) İşte onlar (ın hâli) onlara hem Allah
lânet eder ve hem lânet etmek şânından olanlar lânet eder." (2/Bakara, 159).
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: "İsrâiloğulları arasında zulüm
yaygınlaştığı zaman onlardan biri, diğerini bir günah işlerken görür ve önce o
işten sakındırırdı. Fakat ertesi günü, o adamla oturup kalkabilmek, yiyip
içebilmek (menfaat sağlamak) için gördüğü kötülükten sakındırmazdı. Bunun
üzerine Cenâb-ı Hak onları birbirine düşürdü ve haklarında: İsrâiloğulları'ndan
olup da küfredenlere Dâvûd'un da, Meryem oğlu İsa'nın da diliyle lânet
olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar,
işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı.
Yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi! (5/Mâide, 78-79) âyetlerini
indirdi. Evet, siz de, ya zâlime engel olursunuz ve onu hakka çekersiniz; ya da
bu durum sizin başınıza da gelir." (İbn Mâce, Fiten 20; Tirmizî, Tefsîru
Sûreti'l-Mâide 7)
Dâvet faâliyetinin müspet netice vermesi için,
bu işin plânlı, programlı, metodlu ve muntazam bir şekilde yapılmasının gerekli
olduğu, gayet açıktır. Dâvetçi, gayesine ulaşabilmek için sıhhatli ve doğru olan
usûl ve metodlara başvurmak zorundadır. Şayet metod, hatalı ve uzaklaştırıcı ise
sadece dâvânın Yüceliği yetmez. Bu bakımdan dâvette metod, dâvetin bir parçası
sayılmalıdır. Esasen bizzat Cenâb-ı Hak da dâvet faaliyetinin metodik
yürütülmesini emretmiştir. Şu âyet-i kerimelerde dâvette metodun yerini açıkça
görmekteyiz: "(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et.
Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap." (16/Nahl, 125);
"Ehl-i kitap ile ancak en güzel (metod) hangisi ise onunla mücadele ediniz. "
(29/Ankebût, 46); "De ki (Habîbim:) İşte bu, benim yolumdur. Ben
(insanları) Allah'a (körü körüne değil) bir basîret üzere dâvet ediyorum. Ben
de, bana tâbî olanlar da (böyleyiz)." (12/Yûsuf, 108).
İslâm dâvetinin ilk tatbikçisi ve rehberi olan
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de yaşayışı, davranışı ve sözleriyle dâvet
faaliyetinde metodun önemini vurgulamış, bu konuda en güzel ve en geçerli
örnekleri vermiştir. Çevreye dâvet için görevli olarak gönderdiği ashâbına:
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz."
(Buhârî, Cihâd 164); "Halkın seviyesine ininiz." (Ebû Dâvûd, Edeb 20)
gibi tavsiyelerde bulunarak uygulanacak bazı metodları onlara göstermiştir.
Elbette günümüzde İslâm dâvetini üstlenen
müslümanlar da dâvet faaliyetlerini usûlüne uygun bir şekilde yürütmek ve bu
konuda Hz. Peygamber'in tatbik ve tavsiye ettiği metodları örnek ve rehber
edinmek mecbûriyetindedirler. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki Rasûlullah'ta sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü umar olanlar ve
Allah'ı çok zikredenler için güzel bir imtisal numûnesi vardır." (33/Ahzâb,
21). Peygamber Efendimiz de buyururlar: "Size iki şey bırakıyorum; onlara
sarılırsanız asla dalâlete düşmezsiniz: Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün Sünneti."
(Muvatta', Kader 3), "Şâyet Nebînizin Sünnetini terkederseniz
sapıtırsınız." (İbn Mâce, Mesâcid 14); "Benim Sünnetimle amel etmeyen,
benden değildir." (Buhârî, Nikâh I ; Müslim, Nikâh 5). Hz. Peygamber'in icrâ
ettiği dâvet faâliyetinin üzerinden asırlar geçmesinin tabiî bir sonucu olarak,
günün değişen şartları ve gelişen imkânlarına göre farklı bir takım metodlara
başvurulabileceği aşikârdır. Aslında zamana ve zemine uygun bir şekilde çeşitli
metodların tatbiki, Hz. Peygamber'in, dâvetinde başvurduğu usullerden birisidir.
Peygamber Efendimiz, hiçbir esnekliği olmayan, katı, donuk, bıktırıcı ve
usandırıcı tek bir metoda sürekli olarak bağlı kalmış değildir. Zâten akl-ı
selîm sahibi bir dâvetçiden böyle, netice vermesi mümkün olmayan bir metoda
bağlı kalması beklenemez.
Bu sebeple günümüzde dâvet faâliyeti
yürütülürken Hz. Peygamberin uyguladığı tüm dâvet metodlarının teferruatı ile
bilinmesi, titizlikle tatbik edilmesi gerekli olduğu gibi; İslâm'ın temel
esaslarına ve ruhuna ters düşmemek kaydıyla içerisinde bulunulan şartların ve
sahip olunan imkânların da mutlaka göz önünde bulundurulması icap etmektedir.
(Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Önkal, Rasûlullah'ın İslâm'a Dâvet Metodu,
Konya 1987; Abdülkerim Zeydân, Usûlü'd-Da've, Bağdat 1976; Muhammed el-Gazzâlî,
Ma'allah Dirâsât fî'd-Da'veti ve'd-Du'ât, Kahire 1976) (10)
Dâvetin Metodu:
Peygamberler işte bu örnekliği ve Hak dâveti en
güzel şekilde yaparlar. Kur'an, dâvetin nasıl olacağını, dâvet metodunu, kısaca
Hz. Muhammed'in şahsında müslümanlara şu güzel ifadelerle bildirmiştir:
"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde
mücadele et â¦" (16/Nahl, 125). Son derece tutarlı, akla uygun, inandırıcı,
mantıklı ve sistemli bir şekilde dâvet metodu izleyen Allah'ın Rasûlü
dâvetinde başarılı olmuştur. Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve Yüce bir ahlâka
sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde, söylediklerini yaşayarak
insanları Hakk'a çağırmıştir. O, hitap ettiği insanları iyi tanıyordu ve
onlara kendi durumlarına göre davranıyordu. Karşısındakine değer veriyor,
konuşurken onların özelliklerini göz önünde bulunduruyordu. Insanlara af,
hoşgörü, yumuşak huyluluk (hilm), tatlı dil ile yaklaşıyor; onlara tepeden
bakmıyor, kin ve intikam duygusu taşımıyor, zorbalığa başvurmuyor, şefkat ve
merhamet gösteriyor.
Kur'an, dâvetin bir gereği olmak üzere
Peygambere şöyle sesleniyor: "Allah'ın bir bağışı sayesinde sen onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın çevrenden dağılıp
giderlerdi." (3/Âl-i İmrân, 153). İslâm'ın fitrat dini olması, getirdiği
ilkelerin kolay, kapsayıcı, iyi olan her şeyi öngörmesi, kötülüklere karşı
olması, Kur'anın, Yüce ve etkileyici üslûbu (ifade tarzı) ve verdiği ümitler,
Peygamberin dâvetini kolaylaştırmıştır. O, sosyal ilişkilerden faydalanmış,
kabileleri, panayırları, pazar yerlerini ziyaret etmiş, toplumun önde
gelenlerine özel ilgi göstermiş, çağrısını duyurmak için çeşitli toplantılar
düzenlemiş, hatta bazı evliliklerinde bile dâvet amacı gözetmiştir. Şüphesiz
O'nun dâveti, Allah'ın ona yüklediği elçilik görevi idi. O'nun bu dâveti,
kesinlikle çıkar için dünyalık bir hedef, ya da üstünlük sağlama amacı olamazdı.
İslâm'a, Hakka, hidâyete ve güzelliklere dâvet
işi, yanlızca peygambere ait bir görev değildir. İman edenler, güçleri
nisbetinde bu dâvet işine katılırlar. Zaten müslüman kendi dinin temsilcisidir.
O hem İslâm'ı yaşamaktan, hem de onu başkalarına en güzel bir şekilde
ulaştırmaktan sorumludur. Çünkü İslâm, müslümanların ya da inanan bazı
gurupların hakimiyetlerinin, başkaları üzerinde otorite kurmalarının aracı
değil; huzur ve mutluluğun, gerçek barışın ve adâletin, kurtuluş ve insanca
yaşamanın İlâhî reçetesidir. Bu güzelliği ve saadeti bütün insanlarla
paylaşmak ayrıca bir güzelliktir.
Allah (c.c.) dâvet işini bütün mü'minlere
yüklüyor: "Sizden, hayra dâvet eden, ma'rufu emreden ve münkerden sakındıran
bir cemaat bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (3/Âl-i İmrân, 104).
Íslâm ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü
onlar Allah'a hakkıyla iman eder, ma'ruf emreder, münkerden sakındırırlar
(3/Âl-i İmrân, 110).
Müslümanlar bu dâveti öncelikli olarak basiret'
anlayışı ile yapmalılar. (Bakınız: Basiret) Kur'an'ın dâveti kör, bilinmeyen,
karışık, anlaşılmaz şeylere değil; açık, anlaşılır, faydalı ve doğru şeyleredir.
Bu çağrıyı yapan Peygamber ve mü'minler de kalp gözü açık, yani Hakk'ı idrak
eden, ne yaptığını bilen, ihlâslı, ileri görüşlü ve iyi niyetli kimselerdir.
Kur'an şöyle diyor: "De ki: âBu, benim yolumdur. Ben bir basiret üzere
Allah'a dâvet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben
müşriklerden değilim." (12/Yusuf/108)
Dâvetin etkili olabilmesi için, Peygamberin
kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur'an'ın emrine uyarak insanları en
güzel yollarla Allah'a dâvet etmiştir. Dikkat çekici bir nokta da şurasıdır:
Peygamberimiz, insanları kendine, kendi otoritesine, sistemine, pozisyonuna
değil; Allah'a ve O'na hakkıyla teslim olmaya çağırmıştır.
Kur'an, dâvet konusunda üç önemli prensibi
hatırlatıyor. Bunlar: Hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir sekilde mücadele.
Islâma dâvet eden, boş çekişmelerden ve münakaşalardan uzak durur. Hele din
konusunda kimseyle çekişmeye girmez. Sürekli bir biçimde Hakk'ı hatırlatır,
Allah'a çağırır, O'nun dinini yaşamanın güzelliklerini anlatır. Karanlığı
kötüleme yerine sürekli aydınlığı (nur'u) sunar. Kur'an Peygamberimize şöyle
diyor: "Biz her ümmete bir ibâdet tarzı (mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere
ibâdet etmektedir. Öyleyse, (din) işinde seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine
çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidâyet üzerindesin." (22/Hacc, 67).
Dâvetçi, dâvet ettiği şeyi öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek
olur. Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla
ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman dâvet edilen şeyi dâvetçinin şahsıyla
özleştirirler. Bu nedenle dâvetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır. İnsanlar,
bir gruba, bir hizbe ve onun prensiplerine, bir kişiye bağlanmaya değil,
Allah'a, O'na ibâdet etmeye, İslâm'ı yaşamaya çağrılmalı. Peygamberimizin
dâveti, bu çalışmaya hazırlık safhasından başlamış, kadrolaşma, kitleleşme ve
devletleşme aşamalarından geçerek, İslâmí toplum modeliyle başarıya ulaşmıştır.
Günümüzün dâvetçisi hem mü'minleri, hem de
inkârcıları Islâma, onun güzelliklerine dâvet etmeli. Çalışmasında başarılı
olabilmesi için en güzel medodu kullanmalı. Plânlı, programlı ve ihlâslı
çalışmalı. Günümüzün bütün meşrû dâvet araçlarından faydalanmalı. Medya ve
eğitim araçları gibi şeyler gerçekten dâvet için son derece elverişlidir.
Tekrar hatırlatalım ki dâvet işi bir cemaatin
değil, bütün müslümanların görevidir. Bu iş tek başına yapılabildiği gibi,
cemaat halinde de yapılabilir. Modernizm ile dalâleti en yoğun bir biçimde
yaşayan günümüzün insanına Islâmın diriltici soluğu dâvet yoluyla
ulaştırılabilir. (9)
Da'vet; İslâm dininin esaslarını anlatarak
insanların onu benimsemelerini ve dinin koyduğu esaslara göre yaşamalarını
sağlama çabasına denir. Lügatte da'vet kelimesi, De'ave fiilinden masdar olup
çağırmak, nidâ etmek, sevketmek, duâ veya bedduâda bulunmak; birisini yemek ve
ziyafete çağırmak manalarına gelmektedir. Bir isim olarak da kullanılan dâvet
lâfzı, lügat itibariyle herhangi bir çağrıya işaret eder. İslâm ıstılahında ise
dâvet tabiri ile, sadece İslâm'a yapılan çağrı kasdedilmektedir.
İslâm'a dâvet, İslâm'ın ele aldığı bütün
konularda geçerlidir. Dünya işlerinde de, âhiret işlerinde de İslâm'ın getirdiği
esasların tüm beşeriyete intikal ettirilmesi, dâvetin kapsamına girmektedir. Bu
bakımdan İslâm dâvetinin geniş bir tatbikat alanı ve geniş bir muhatap kitlesi
vardır. Dâvetin yapılacağı bu kitle, sadece müslüman olmayan kimselerden ibaret
değildir. Kâfirlerin yanısıra, münâfıklar ve müslümanlar da kendilerine İslâm
dâvetinin sunulacağı muhatap zümreyi oluştururlar; yani kısa ifadesiyle tüm bir
beşeriyet, dâvet faaliyeti ile karşı karşıyadır. Her ne kadar bazı araştırıcılar
dâvet kelimesinden, sadece müslüman olmayanları müslüman olmaya çağırma işini
anlamakta ve o şahsın zâhiren müslüman olması veya "müslüman oldum" demesi ile
dâvet faaliyetinin tamam olduğunu zannetmekte; müslüman olan kişiye İslâm'ın
anlatılması işini, tebliğ, va'z, irşâd gibi kelimelerle karşılamakta iseler de,
bu ayrım doğru değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de dâvet, tebliğ, inzâr, va'z,
nasihat, emr bi'l ma'rûf (iyiliği emretmek), nehy ani'l-münker (kötülükten
sakındırmak) gibi tâbirler birbiri yerine kullanılmıştır. Meselâ: "Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et." (5/Mâide, 67) âyetinde Hz.
Peygamber'den yapması. istenen tebliğ, hem müslümanlara, hem de gayr-i
müslimlere Kur'ân hakikatlarının anlatılmasıdır, yâni dâvettir. "Rabbinin
yoluna dâvet et." (16/Nahl, 125) âyetinde dâvetin kimlere yönelik olarak
yapılacağı açıkça zikredilmemiştir. Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerîm, tek bir
zümreyi hidayete çağırmak için değil, bütün insanları saâdete erdirmek üzere
gönderilmiş bir kitaptır. Bu sebeple bu âyette geçen dâvet faaliyetinin
kapsamına bütün bir beşeriyet girecektir.
Kur'ân'da olduğu gibi hadîs-i şeriflerde de
dâvet lâfzı ile sadece gayr-i müslimlerin İslâm'a çağrılması, tebliğ lâfzı ile
de müslümanlara İslâm'ın anlatılması kasdedilmemiş, aksine dâvet ve tebliğ
kelimeleri, hem müslümanlara, hem de müslüman olmayanlara İslâm'ın
aksettirilmesi manasında geçmiştir. Meselâ: "Kim, bir hidâyete dâvette
bulunursa, o hidâyete uyanların nâil olduğu ecrin tamamına, çağıran da erişir."
(Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlim 15) hadisini ele alalım. Hidayet, gerek
müslümanların, gerek gayr-i müslimlerin muhtaç oldukları bir unsurdur. Öyle
olunca hidayete müslümanlar da, gayr-i müslimlerde çağrılabilir ve çağrılmalıdır
da. Hadiste bu iki sınıftan sadece birisinin zikredilmemesi, her iki sınıfın da
dâvet kapsamına girdiğine işaret etmektedir.
Dâvet faaliyeti, müslümanların kaçınılmaz görev
ve sorumluluklarından birini oluşturmaktadır. Gücü, bilgisi ve bulunduğu konum
nispetinde ayrı ayrı her müslüman, üzerine düşeni kadarıyla dâvet vazifesini
yerine getirmekten mesûldür. Kur'ân âyetlerinde tebliğ, müslümanların temel
vasıflarından birisi olarak yer alır. Meselâ Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz: iyiliği emreder,
kötülükten sakındırırsınız." (3/Âl-i İmrân, 110). Bu görevin mutlak
gerekliliği, şu âyette kullanılan emir kipinden, açık bir şekilde
anlaşılmaktadır: "Sizden öyle bir cemâat bulunsun ki (onlar herkesi) hayra
dâvet etsin, iyiliği emredip kötülükten sakındırsın." (3/Âl-i İmrân, 104).
Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de: "Sizden her kim bir kötülük görürse onu
eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse
kalbiyle buğzetsin ki bu, imanın en zayıfıdır." (Müslim, İman 78) buyurarak
dâvet görevinin imanla ilişkili bir husus olduğunu belirtmiştir. İslâm'a dâvetin
önem ve gerekliliğini açıkça ortaya koyan bir başka husus da, âyetler ve
hadislerde bu görevi terkedenlerin acı âkıbet ve cezalarının belirtilmiş
olmasıdır. Allah'ın âyetlerini ve doğruyu tebliğ etmeyenler, Allah'ın ve lânet
etme şanına erenlerin lânetine uğrarlar: "İndirdiğimiz o açık açık
âyetlerimizi ve doğruyu -Biz, kitapta insanlara onu pek açık bir sûrette
bildirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) İşte onlar (ın hâli) onlara hem Allah
lânet eder ve hem lânet etmek şânından olanlar lânet eder." (2/Bakara, 159).
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: "İsrâiloğulları arasında zulüm
yaygınlaştığı zaman onlardan biri, diğerini bir günah işlerken görür ve önce o
işten sakındırırdı. Fakat ertesi günü, o adamla oturup kalkabilmek, yiyip
içebilmek (menfaat sağlamak) için gördüğü kötülükten sakındırmazdı. Bunun
üzerine Cenâb-ı Hak onları birbirine düşürdü ve haklarında: İsrâiloğulları'ndan
olup da küfredenlere Dâvûd'un da, Meryem oğlu İsa'nın da diliyle lânet
olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar,
işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı.
Yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi! (5/Mâide, 78-79) âyetlerini
indirdi. Evet, siz de, ya zâlime engel olursunuz ve onu hakka çekersiniz; ya da
bu durum sizin başınıza da gelir." (İbn Mâce, Fiten 20; Tirmizî, Tefsîru
Sûreti'l-Mâide 7)
Dâvet faâliyetinin müspet netice vermesi için,
bu işin plânlı, programlı, metodlu ve muntazam bir şekilde yapılmasının gerekli
olduğu, gayet açıktır. Dâvetçi, gayesine ulaşabilmek için sıhhatli ve doğru olan
usûl ve metodlara başvurmak zorundadır. Şayet metod, hatalı ve uzaklaştırıcı ise
sadece dâvânın Yüceliği yetmez. Bu bakımdan dâvette metod, dâvetin bir parçası
sayılmalıdır. Esasen bizzat Cenâb-ı Hak da dâvet faaliyetinin metodik
yürütülmesini emretmiştir. Şu âyet-i kerimelerde dâvette metodun yerini açıkça
görmekteyiz: "(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et.
Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap." (16/Nahl, 125);
"Ehl-i kitap ile ancak en güzel (metod) hangisi ise onunla mücadele ediniz. "
(29/Ankebût, 46); "De ki (Habîbim:) İşte bu, benim yolumdur. Ben
(insanları) Allah'a (körü körüne değil) bir basîret üzere dâvet ediyorum. Ben
de, bana tâbî olanlar da (böyleyiz)." (12/Yûsuf, 108).
İslâm dâvetinin ilk tatbikçisi ve rehberi olan
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de yaşayışı, davranışı ve sözleriyle dâvet
faaliyetinde metodun önemini vurgulamış, bu konuda en güzel ve en geçerli
örnekleri vermiştir. Çevreye dâvet için görevli olarak gönderdiği ashâbına:
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz."
(Buhârî, Cihâd 164); "Halkın seviyesine ininiz." (Ebû Dâvûd, Edeb 20)
gibi tavsiyelerde bulunarak uygulanacak bazı metodları onlara göstermiştir.
Elbette günümüzde İslâm dâvetini üstlenen
müslümanlar da dâvet faaliyetlerini usûlüne uygun bir şekilde yürütmek ve bu
konuda Hz. Peygamber'in tatbik ve tavsiye ettiği metodları örnek ve rehber
edinmek mecbûriyetindedirler. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki Rasûlullah'ta sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü umar olanlar ve
Allah'ı çok zikredenler için güzel bir imtisal numûnesi vardır." (33/Ahzâb,
21). Peygamber Efendimiz de buyururlar: "Size iki şey bırakıyorum; onlara
sarılırsanız asla dalâlete düşmezsiniz: Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün Sünneti."
(Muvatta', Kader 3), "Şâyet Nebînizin Sünnetini terkederseniz
sapıtırsınız." (İbn Mâce, Mesâcid 14); "Benim Sünnetimle amel etmeyen,
benden değildir." (Buhârî, Nikâh I ; Müslim, Nikâh 5). Hz. Peygamber'in icrâ
ettiği dâvet faâliyetinin üzerinden asırlar geçmesinin tabiî bir sonucu olarak,
günün değişen şartları ve gelişen imkânlarına göre farklı bir takım metodlara
başvurulabileceği aşikârdır. Aslında zamana ve zemine uygun bir şekilde çeşitli
metodların tatbiki, Hz. Peygamber'in, dâvetinde başvurduğu usullerden birisidir.
Peygamber Efendimiz, hiçbir esnekliği olmayan, katı, donuk, bıktırıcı ve
usandırıcı tek bir metoda sürekli olarak bağlı kalmış değildir. Zâten akl-ı
selîm sahibi bir dâvetçiden böyle, netice vermesi mümkün olmayan bir metoda
bağlı kalması beklenemez.
Bu sebeple günümüzde dâvet faâliyeti
yürütülürken Hz. Peygamberin uyguladığı tüm dâvet metodlarının teferruatı ile
bilinmesi, titizlikle tatbik edilmesi gerekli olduğu gibi; İslâm'ın temel
esaslarına ve ruhuna ters düşmemek kaydıyla içerisinde bulunulan şartların ve
sahip olunan imkânların da mutlaka göz önünde bulundurulması icap etmektedir.
(Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Önkal, Rasûlullah'ın İslâm'a Dâvet Metodu,
Konya 1987; Abdülkerim Zeydân, Usûlü'd-Da've, Bağdat 1976; Muhammed el-Gazzâlî,
Ma'allah Dirâsât fî'd-Da'veti ve'd-Du'ât, Kahire 1976) (10)
EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER
- EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER ..
- Emr-i Bi'l-Ma'rûf ve Nehy-i Ani'l-Münker; Anlam ve Mâhiyeti
- Ma'rûf Nedir? .
- Münker
- Din, Münkerleri Hoş Görmez
- Kur'ân-ı Kerim'de Emr-i Bi'l-Ma'ruf
- Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi'l-Ma'rûf
- Tebliğ .
- Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu
- Sanat ve Tebliğ .
- Dâvet; Hakka Çağrı
- Dâvetin Alanı
- Dâvetin Metodu
- Dâî/Dâvetçi
- Vaaz .
- Nasihat
- Olumsuz Anlamıyla Nasihat
- Din Nasihattır
- İrşâd .
- Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib .
- Muhtesib .
- Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz .
- Dâvet ve Tebliğ Usûlü .
- Sözlerin En Güzeli Olan Kitap'ta "En Güzel Söz" Diye Tanımlanan "Dâvet"in Usûlü
- Rasûlullah ve Güzel Söz
- Tebliğcinin Meslekleri a- Tebliğci, doktor olmalıdır.
- b- İtfaiyeci olmalıdır.
- c- Cankurtaran olmalıdır.
- d- Asker ve polis olmalıdır.
- e- Hoca, vâiz, müezzzin, hatip, öğretmen olmalıdır.