Din, Münkerleri Hoş Görmez

Din

Din, Münkerleri
Hoş Görmez:



Münker olan fiilleri ve işleri ne Din hoş
görmektedir, ne de iyi düşünebilen bir akıl. Münkerleri, sağlam bir kamu vicdanı
da hoş görmez. Insanlara şer kazandıran, onları günaha sürükleyen her davranış
bir münkerdir. Bir toplumun sağlıklı ve mutlu olmasının ölçüsü ma'rûfların
fazla, münkerlerin az olmasıdır. Ma'rûf üzerinde olan toplumlar ‘hayr'dadırlar.
Münkerleri işlemeye devam eden kişiler ve toplumlar da ‘şer'dedirler.

Kişi ‘münker'e karşı devamlı dikkatli olmalıdır.
Bir insan münkeri işlemeye devam ederse, onu bir kural, terkedilmesi zor bir
adet haline getirir. Insan, şeytanın aldatmalarıyla yüzyüze geldiği için, her an
‘münker'e sapabilir. Bu bakımdan insanın, devamlı ‘ma'ruf' işlerle meşgul
olması, toplumda herkesin münkerlerle mücâdele etmesi gerekir.

Kur'an, "Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü
o size hep münkeri emreder" diyor (24/Nûr, 21). Münkerden en iyi sakınmanın
yollarından biri de namaz kılmaktır. "...Çünkü namaz münkerden ve fahşâdan
alıkor." (29/Ankebût, 45). Münkerle mücâdele İslâm'ın önemli emirlerinden
birisidir. Mü'min olan kimseler, devamlı iyiliği (ma'rufu) emreder, kötülükten (münkerden)
sakındırırlar (3/Âl-i Imran, 104, 110, 114; 9/Tevbe, 71; 22/Hacc, 41). Şu âyette
Allah (c.c.) mü'minleri her türlü münkerden sakındırıyor: "Şüphe yok ki
Allah, adâleti, ihsanı, yakınlara infak etmeyi emreder, fahşâdan (çirkin
utanmazlıklardan), münker ve zorbalıktan sizi sakındırır. Size öğüt vermektedir,
umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz." (16/Nahl, 90). Münkerden alıkoymak,
toplumda İslâmî ahlâkın kökleşmesi, insanların güzelliklere kavuşması ve
çirkinlikleri terk etmesi, kötülüklerin azalması için son derece önemlidir. Bir
toplumda münker işlemek adet (bir anlamda örf) haline gelmişse, o toplum artık
sağlıklı düşünemiyor, hasta demektir. Bundan dolayı müslümanlardan bir cemaat,
en güzel yöntemleri kullanarak münker olan işlerle mücadele etmelidir.

Münker, hadis ilminde de kullanılan bir
terimdir. ‘Münker hadis', zayıf bir râvinin güvenilir (sika) râvilerin
rivâyetine zıt olarak rivâyet ettiği hadistir. Yani, tek kanaldan gelen hadis,
ya metninde (sözlerinde) ya da senedinde (râviler zincirinde) sağlam râvilerin
rivâyetine zıddır. Böyle bir hadis elbette zayıf bir hadistir ve
güvenilmez.

Münker, aynı zamanda hadislerde adı geçen bir
meleğin adıdır. Ölü mezara konulduğu zaman iki melek gelir ve ölüye diniyle
ilgili sorular sorar (Müslim, Cennet 70, Hadis no: 2870; Buhârî, Cenâiz 68 ve
87; Nesâî, Cenâiz 110, 4/79). Bir başka hadiste ise, ölü kabre konulduğu zaman
adları ‘Münker ve Nekir' denilen iki melek gelip ona diniyle ilgili sorular
soracaktır (Tirmizî, Cenâiz 70, Hadis no: 1071). Bunlara ‘Münker ve Nekir'
denilmesinin sebebi, ikisinin de bilmediğimiz, tanımadığımız bir şekilde
olmaları sebebiyledir. (Allahu a'lem). (4)

Tanınmayan, yabancı, akla aykırı, kötü; İslâm
şerîatının yasakladığı ve selîm aklın çirkin gördüğü her şey anlamına gelen
münker, İslâm'da yasaklanan haram ve mekruh fiilleri kapsamına alır. "İnkâr
edilen, karşı çıkılan, reddedilen" anlamlarına gelir. Münkerin zıddı olan marûf
ise; ihsan, iyilik, aklın ve dinin hoş gördüğü şey demektir. Kur'an-ı Kerim'de
münkerin daha kötü ve çirkin olan kısmı için "fahşâ" terimi kullanılır. Fahşâ;
çirkinlikler, zina gibi şehvetle ilgili aşırı günahlar demektir. Türkçede "fuhşiyât"
bu anlamı ifade eder. Bunlar insanların en çirkin halleridir.

İnsanoğlu ne zaman münkeri nehyetmeyi bırakırsa,
Allah'ın şu ayette buyurduğu gibi, münkeri emretmeye başlarlar. "Kim,
şeytanın adımlarına uyarsa, şüphesiz o fuhşiyâtı ve münkeri emreder"
(24/Nûr, 21).

Kur'an, Allah'ın münkeri nehyettiğini açık bir
dille belirtir: "Şüphesiz Allah adâleti, ihsanı, yakın hısımlara sılayı ve
muhtaç oldukları şeyleri onlara vermeyi emreder. Fuhşiyâtı, (Kur'an ve Sünnette
karşı çıkılan) münkeri ve serkeşliği nehyeder. Üzerinde düşünüp, amel etmeniz
için size bu şekilde öğüt verir." (16/Nahl, 90).

Hz. Ebû Bekir okuduğu bir hutbede, şu âyet-i
kerîmenin yanlış yorumlandığını söyler: "Ey iman edenler! Kendinizi ıslâh
etmeniz üzerinize bir borçtur. Siz düzelip doğru yolda bulunduktan sonra yolunu
şaşıranlar size zarar vermez" (5/Mâide, 105). Halbuki ben Rasûlüllah'tan
şunları dinledim: "Günahlar işleyen bir kavmin içinde o günahları yasaklayan
güç ve kuvvette bulunan bir kimse varsa, buna rağmen yasaklamazsa, Cenab-ı
Hakkın nezdinden gelen ve bütün onları kapsayan bir azabın gelmesi pek yakındır"
(İmam Gazâlî, İhyâû Ulümi'd-Dîn, Terc. Ali Arslan, İstanbul 1972, V, 325, 326).

İslâm toplumunun sağlıklı bir yapıya kavuşup bu
halinin devamım sağlamak için "iyiliği emir ve kötülükten nehiy" esasını
getirmiştir. Bir İslâm toplumunda, müslüman, daima iyi, güzel ve hayırlı olan
işlerin yanındadır. Kötü, çirkin ve zararlı olan işlerin de tabii olarak
karşısında bulunur. Böylece, İslâm toplumunda kendiliğinden iyilikler güç bulur
ve yayılır. Kötülükler ise güçlenme imkânı bulamaz.

Mü'minlerin nitelikleri bir âyette şöyle
belirlenir: "İman eden erkek ve kadınlar birbirinin dostudurlar. Onlar
iyiliği emreder, kötülükten ise nehyederler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler.
İşte Allah, onlara rahmet edecektir" (9/Tevbe, 71). Başka bir âyette,
tarihte İsrâiloğullarının, işlemekte oldukları kötülüklerden birbirlerini
vazgeçirmeye çalışmaları, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri yüzünden lânete
uğradıkları bildirilir (5/Mâide, 78, 79).

Kötülüğe engel olmada izlenecek yolu Rasûlüllah
(s.a.s). şöyle belirlemiştir: "Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu
eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle onun kötü olduğunu söylesin. Buna
da gücü yetmezse kalbiyle o işi kötü görsün. Bu sonuncusu, imanın en zayıf
derecesidir" (Müslim, İman, 20). Hz. Ali'nin şöyle dediği nakledilir: İlk
yenik düşeceğiniz cihad, elinizle yapacağınız cihattır. Sonra dilinizle
yapacağınız cihad da yenik düşeceksiniz, sonra da kalbinizle yapacağınızda...
Sonra kalb iyiyi iyi olarak bilmediği; kötüyü kötü görmediği zaman alçalır, alt
üst olur" (el-Gazâlî, a.g.e., V, 345).

İslâm toplumunda bir kötülüğe karşı gelmeyi
gerektiren şartlar şunlardır:

1) Fiil gerçekten kötü olmalıdır. Bunun ölçüsü
ise, iş ve hareketin İslâm nazarında sakıncalı ve kötü olmasıdır. Münker terimi,
ma'siyet teriminden daha kapsamlıdır. Şöyle ki; bir kimse, bir çocuğun veya akıl
hastasının içki içtiğini görse, buna engel olmaya çalışması gerekir. Yine bir
akıl hastası başka bir akıl hastası ile cinsel ilişki halinde görülse men
edilir. Halbuki bu fiiller çocuk veya akıl hastası için ma'siyet değildir.
Münker, büyük günahlara hâs bir terim de değildir. Bu yüzden, umûmî banyoda
avret yerini açmak, kimsenin bulunmadığı yerde yabancı bir kadınla yalnız kalmak
veya ona ısrarla bakmak gibi küçük günahların hepsi de münkerdir.

2) Kötülüğün bir araştırma ve tecessüs
olmaksızın açık olması gerekir. Evinde her hangi bir günahı gizlice işleyen ve
kapısını kapalı tutan bir kimsenin ma'siyetini öğrenmek için gizlice gözetlemek
ve baskın yapmak caiz olmadığı gibi, başkalarının günahlarını anlatmak da câiz
değildir.

Hz. Ömer, devlet başkanlığı sırasında, bir evden
gelen sesler üzerine, duvara tırmanıp içeri bakmış ve ev sahibini kötü bir
durumda görmüştü. Onu bu kötülükten menetmek isteyince ev sahibi şöyle dedi: Ey
mü'minlerin emiri! Eğer ben bir yönden Allah'a isyan etmişsem, sen üç yönden
Allah'a isyan etmiş bulunuyorsun. Hz. Ömer "onlar nelerdir?" diye sorunca şu
cevabı verir: Allah Teâlâ, "Tecessüs etmeyin" (49/Hucurât, 12)
buyurmuştur. Halbuki sen tecessüs ettin. Allah Teâlâ "İyilik, evlere
arkalarından girmek değildir" (2/Bakara, 189) buyurmuşken, sen duvardan
girdin. Yine Cenab-ı Hak, "Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka
evlere, sahipleriyle alışkanlık sağlayıp izin almadan ve selâm vermeden
girmeyin" (24/Nûr, 27) buyuruyor. Bu savunma karşısında Hz. Ömer, ceza
uygulamamış, ancak tövbe etmeyi şart koşmuştur. Bu yüzden Hz. Ömer minberde
hutbe okurken Ashâb-ı kiramla istişâre amacıyla, devlet başkanı veya hâkimin
münkeri bizzat görmesi halinde, şâhit aramaksızın ceza uygulayıp
uygulayamayacağını sormuş, Hz. Ali, böyle bir durumda da iki âdil şahidin
gerekli olduğuna işaret etmiştir (el-Gazâlî, a.g.e., V, 390, 391).

3) Münkerin ictihada dayalı bir kötülük olmaması
gerekir. İctihada dayalı bir konuda uyarıcılık yapılamaz. Meselâ; Hanefi
mezhebinden olan bir kimse, "keler" veya "sırtlan" eti yahut besmelesiz kesilen
bir hayvanın etini yiyen bir Şâfiî'ye; "Sen niçin bunları yiyorsun? Bunlar
haramdır" diye müdâhale edemez. Çünkü bu sayılanlar Şâfiîlere göre helâldir.
Yine, Şâfiî mezhebine mensup bir kimsenin zevi'l-erham denilen hala, teyze, dayı
ve ana cihetinden amca gibi hısımların mirasını yiyen veya komşuluk şüf'asıyla
aldığı bir evde oturan bir Hanefîye karşı uyarıcılık yapma yetkisi bulunmaz.

Kötülüğe engel olmanın dereceleri:

1) Kötülüğü târif ve tanıtmak. Kişi bazan
bilgisizlik yüzünden kötü şeyleri yapmaya yönelir. Halbuki o kötülüğün
niteliğini bilse yapmayacaktı. Bu nedenle kötülüğü, azarlamadan iyilikle
anlatmak gerekir. Çünkü kötülüğü anlatmak da, ayıbı açıklamak ve muhatabın
kalbine eza vermek vardır. Bu aşamada uyarı şöyle olabilir: "İnsanoğlu dünyaya
bilgin olarak gelmez. Şüphesiz hepimiz bilgisiz kimselerdik. Bilginler bize
doğruyu ve nasıl hareket edeceğimizi öğrettiler" denilebilir. Çünkü müslümanı
incitmek câiz değildir. Kanı, kan veya sidikle yıkayan kimse akıllılardan
sayılmaz. Bir kimse, kötülükten menediyorum diyerek, mü'minlere ezâ ederse, daha
büyük kötülük yapmış olur.

2) İyilikle nasihat ve Allah'ın azabıyla
korkutma gerekir. Bu şekilde öğüt verme, yasak olduğunu bildiği halde içki,
kumar, zulüm, yalan, müslümanların gıybeti gibi kötü söz ve fiilleri işleyen
kimselere yönelik olur. Burada da incitmeden ve iyilikle anlatım yoluna gidilir.

3) Ağır sözlerle uyarmaktır. Bu metot, irşad ve
nasihatla alay eden ve kötülükte ısrar belirtileri görülen kimselere karşı
uygulanır. İbrâhim (a.s.)'in puta tapanlara karşı kullandığı şu üslûp buna örnek
gösterilebilir: "Yuh olsun size ve Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz
putlarınıza! Siz hiç düşünüp akletmez misiniz?" (21/Enbiyâ, 67).

İrşad sırasında ağır söz kullanılması gerekirse
şu iki hususu gözetmek gerekir:

a) Sert üslûbun kullanılmasına, iyilikle
muameleden sonuç alınamaması ve zarûret bulunması hallerinde başvurulur.

b) Bu üslûpta doğru konuşmak, sözü uzatmamak ve
ihtiyaç kadar konuşmak gereklidir.

4) Kötülükleri güç kullanarak engellemek.
İçkinin dökülmesi ve haram şeyin telef edilmesi gibi toplum fertleri için
yalnız; Kişiyi kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak görevi vardır. Kişi bundan
daha ileri gidemez. Güç kullanarak kötülüğü engellemek ve gerektiğinde suç
işleyenlere ta'zîr veya had cezalarını uygulamak, idareci ve yöneticilere
aittir. Meselâ; şarabı dökmek ve haramı telef etmek, dövmek ve hapsetmek gibi
fiiller gerçekte yönetici ve görevlilere aittir (el-Gazâlî, Zübdetü İhyâ-i
Ulûmiddin, (Terc. Ali Özek), İstanbul 1969, s. 286 vd.; (5)