Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz .
Sözü
Sözü, İnsanları
Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz
İnsanları Allah'a dâvet, işin şuurunda olan
mü'minlere yüklenen önemli bir sorumluluktur. "Sizden, hayra çağıran,
iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir." ( 3/Âli İmrân, 104) İnsanların büyük bir bölümü, diğer
insanları Allah'a gereği gibi iman edip sadece O'na ibâdet/kulluk etmeye dâvet
etmenin kendilerine verilmiş bir mes'ûliyet olduğunu, çevrelerindeki kişileri
güzel söze dâvet etmenin bir ibâdet olduğunu düşünmezler. Yani bu sorumluluğun
bilincinde değildirler.
"Mü'min erkeklerle mü'min hanımlar birbirlerinin
velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). İyiliği emreder, kötülükten alıkorlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte
Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir,
üstün ve güçlüdür, hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir." (9/Tevbe, 71). Bu
âyetten de anlaşıldığı gibi iman eden her insan, dünya hayatı boyunca sürekli
güzellikleri, yani tevhid ve Allah'a itaatı, güzel ahlâkı anlatmakla, bizzat
kendisi yaşamakla ve insanlara da güzellikleri tavsiye edip onları kötülüklerden
sakındırmakla yükümlüdür. Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik
etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, zulme râzı
olmayanın zâlimleri uyarması ve onlara tepki göstermesi, kısacası doğruluk
isteyen insanın diğer insanları da doğruya dâvet etmesi şarttır. Bu dâveti
yaparken aklından çıkarmaması gereken en önemli noktalardan biri, bu çağrıyı
güzel bir üslûp ve metotla yapmasının gerektiği, diğeri ise, hidâyeti verecek ve
güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Allah olduğudur.
Mü'minlerin birbirlerine ve farklı inanç ve
yaşayıştaki insanlara faydalı olmaları sağlayan en büyük etkenlerden birisi,
birbirlerinin hevâlarını ve hoşnutluklarını değil; öncelikle Allah'ın rızâsını
gözetmeleri ve hakkı açıkça söylemekten çekinmemeleridir. Bu, karşılarındaki
kişinin nefsine ters düşecek bir konu da olsa, böyledir. Önemli olan,
söyleyeceği şeyin o kişiye fayda vermesi, hatasını düzeltmesine, Allah'a
yakınlaşmasına vesile olmasıdır. Bir mü'min, muhâtabına âhireti açısından ne
hayırlı ise onu çekinmeden açık sözlülükle dile getirmelidir. Fakat bununla
birlikte bu açık sözlülüğün ardında son derece ince düşünceli, karşısındakine
saygılı, sevgi ve şefkat dolu bir anlayış da olmalıdır. Örneğin bir kişinin
Kur'an'a göre eksik ya da hatalı bir yönünü uyarmadan önce, nasıl söylerse daha
etkili ve yapıcı olabileceğini, yani konuşmanın usûl ve üslûp yönüyle de güzel
olmasını düşünmelidir. Kişinin şevkini arttırıcı bir konuşma yapmayı, ama bunun
yanında konunun önemini de vurgulamayı unutmaz. Kısaca, karşısındaki kişiyi hem
içerik hem de şekil yönünden "sözün en güzeli" ile uyarabilmek için, önceden
düşünüp tasarlar ve ona faydalı olmaya çok büyük bir titizlik gösterir.
Kuşkusuz böyle bir hassâsiyeti ve içten çabayı
Allah'ın rızâsını arayan mü'minlerden başka hiç kimse gösteremez. Örneğin
câhiliye insanları, şahsî çıkarları söz konusu olmadığı sürece karşılarındaki
kişinin bir kusurunu, eksiğini düzeltmeye çalışmazlar. Diğer insanların
eksikleri, kusurları, âhirette bunlardan dolayı duyacakları utanç ve pişmanlık
onları hiç ilgilendirmez. Çünkü onlar, yalnızca kendi dünyevî çıkarlarının
peşindedirler. Eğer herhangi bir sebeple birine öğüt vermeleri gerekirse,
genellikle yapıcı olma, güzel söz söyleme konusunda, ağzından çıkan her
kelimenin hesabının sorulacağını düşünen mü'min kadar bir çaba sarf etmez;
ağızlarına geldiği gibi konuşarak karşı tarafa sıkıntı verirler. Çoğunlukla da
kimseye karışmamayı tercih ederler. Çünkü, özgürlük anlayışını hevâları
istikametinde yorumlayıp herkesin yaptığının kendine göre doğru olduğunu
düşünür veya her koyunun kendi bacağından asılacağına, başkasının yaptığından
diğer insanların sorumlu olmadığına inanırlar. Onlar bilirler ki, bir insana
eleştiri yapmak, ona öğüt vermek, yaptığı yanlışı bırakıp en doğru ve en güzel
olana uymasını söylemek, aslında çok zor bir iştir ve bedel istemektedir.
Karşıdaki kişinin gösterebileceği muhtemel olumsuz tepkileri göze almak için
kişinin, Allah rızâsı gibi bir beklentisi olmalıdır. (17)
Bazen dâvetçiler tarafından bile daha çok da
münâkaşa ortamında, güzel olmayan söz ve tavırlar, muhatabın da kışkırtmasıyla
ortaya dökülebilmektedir. Bu gibi kaba söz ve davranışlar, muhâtaplarımızın
bizden uzaklaşmasına, yakınımızdakilerin de etrafımızdan dağılmasına sebep
olacaktır: "Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba,
katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde
onları affet; bağışlanmaları için duâ et." (3/Âl-i İmrân, 159)
İnsan, yaratılışı gereği güzellikten, sevgi ve
saygıdan, güzel hitaplardan zevk alır. Bozulmamış fıtrata zor gelen, insanın
kendi hevâsının, kötü arzularının izinden gitmesi, güzel yolu bırakıp kötü
davranmasıdır. Çünkü, bunlar vicdanı rahatsız eder, huzursuzluk ve stres kaynağı
olur. Güzel sözler, karşıdaki insan için olduğu kadar, konuşan insan için de
huzur ve mutluluk vesilesidir; her ibâdette olduğu gibi, esas karşılığı âhirette
alınacak olması yanında dünyada da avansın, peşin ödüllerin alındığı
hayırlardır. Sözün en güzeline uyanlara müjdeler vardır (39/Zümer, 17-18).
Sadece âhirette değil, dünyada da huzur içinde, izzetli ve onurlu bir şekilde,
güzel bir hayat yaşayacaklardır: "Erkek veya kadın, kim mü'min olarak sâlih
amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların mükâfatlarını
yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz." (16/Nahl, 97)
Sözü, İnsanları
Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz
İnsanları Allah'a dâvet, işin şuurunda olan
mü'minlere yüklenen önemli bir sorumluluktur. "Sizden, hayra çağıran,
iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir." ( 3/Âli İmrân, 104) İnsanların büyük bir bölümü, diğer
insanları Allah'a gereği gibi iman edip sadece O'na ibâdet/kulluk etmeye dâvet
etmenin kendilerine verilmiş bir mes'ûliyet olduğunu, çevrelerindeki kişileri
güzel söze dâvet etmenin bir ibâdet olduğunu düşünmezler. Yani bu sorumluluğun
bilincinde değildirler.
"Mü'min erkeklerle mü'min hanımlar birbirlerinin
velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). İyiliği emreder, kötülükten alıkorlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte
Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir,
üstün ve güçlüdür, hakîmdir, hüküm ve hikmet sahibidir." (9/Tevbe, 71). Bu
âyetten de anlaşıldığı gibi iman eden her insan, dünya hayatı boyunca sürekli
güzellikleri, yani tevhid ve Allah'a itaatı, güzel ahlâkı anlatmakla, bizzat
kendisi yaşamakla ve insanlara da güzellikleri tavsiye edip onları kötülüklerden
sakındırmakla yükümlüdür. Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik
etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, zulme râzı
olmayanın zâlimleri uyarması ve onlara tepki göstermesi, kısacası doğruluk
isteyen insanın diğer insanları da doğruya dâvet etmesi şarttır. Bu dâveti
yaparken aklından çıkarmaması gereken en önemli noktalardan biri, bu çağrıyı
güzel bir üslûp ve metotla yapmasının gerektiği, diğeri ise, hidâyeti verecek ve
güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Allah olduğudur.
Mü'minlerin birbirlerine ve farklı inanç ve
yaşayıştaki insanlara faydalı olmaları sağlayan en büyük etkenlerden birisi,
birbirlerinin hevâlarını ve hoşnutluklarını değil; öncelikle Allah'ın rızâsını
gözetmeleri ve hakkı açıkça söylemekten çekinmemeleridir. Bu, karşılarındaki
kişinin nefsine ters düşecek bir konu da olsa, böyledir. Önemli olan,
söyleyeceği şeyin o kişiye fayda vermesi, hatasını düzeltmesine, Allah'a
yakınlaşmasına vesile olmasıdır. Bir mü'min, muhâtabına âhireti açısından ne
hayırlı ise onu çekinmeden açık sözlülükle dile getirmelidir. Fakat bununla
birlikte bu açık sözlülüğün ardında son derece ince düşünceli, karşısındakine
saygılı, sevgi ve şefkat dolu bir anlayış da olmalıdır. Örneğin bir kişinin
Kur'an'a göre eksik ya da hatalı bir yönünü uyarmadan önce, nasıl söylerse daha
etkili ve yapıcı olabileceğini, yani konuşmanın usûl ve üslûp yönüyle de güzel
olmasını düşünmelidir. Kişinin şevkini arttırıcı bir konuşma yapmayı, ama bunun
yanında konunun önemini de vurgulamayı unutmaz. Kısaca, karşısındaki kişiyi hem
içerik hem de şekil yönünden "sözün en güzeli" ile uyarabilmek için, önceden
düşünüp tasarlar ve ona faydalı olmaya çok büyük bir titizlik gösterir.
Kuşkusuz böyle bir hassâsiyeti ve içten çabayı
Allah'ın rızâsını arayan mü'minlerden başka hiç kimse gösteremez. Örneğin
câhiliye insanları, şahsî çıkarları söz konusu olmadığı sürece karşılarındaki
kişinin bir kusurunu, eksiğini düzeltmeye çalışmazlar. Diğer insanların
eksikleri, kusurları, âhirette bunlardan dolayı duyacakları utanç ve pişmanlık
onları hiç ilgilendirmez. Çünkü onlar, yalnızca kendi dünyevî çıkarlarının
peşindedirler. Eğer herhangi bir sebeple birine öğüt vermeleri gerekirse,
genellikle yapıcı olma, güzel söz söyleme konusunda, ağzından çıkan her
kelimenin hesabının sorulacağını düşünen mü'min kadar bir çaba sarf etmez;
ağızlarına geldiği gibi konuşarak karşı tarafa sıkıntı verirler. Çoğunlukla da
kimseye karışmamayı tercih ederler. Çünkü, özgürlük anlayışını hevâları
istikametinde yorumlayıp herkesin yaptığının kendine göre doğru olduğunu
düşünür veya her koyunun kendi bacağından asılacağına, başkasının yaptığından
diğer insanların sorumlu olmadığına inanırlar. Onlar bilirler ki, bir insana
eleştiri yapmak, ona öğüt vermek, yaptığı yanlışı bırakıp en doğru ve en güzel
olana uymasını söylemek, aslında çok zor bir iştir ve bedel istemektedir.
Karşıdaki kişinin gösterebileceği muhtemel olumsuz tepkileri göze almak için
kişinin, Allah rızâsı gibi bir beklentisi olmalıdır. (17)
Bazen dâvetçiler tarafından bile daha çok da
münâkaşa ortamında, güzel olmayan söz ve tavırlar, muhatabın da kışkırtmasıyla
ortaya dökülebilmektedir. Bu gibi kaba söz ve davranışlar, muhâtaplarımızın
bizden uzaklaşmasına, yakınımızdakilerin de etrafımızdan dağılmasına sebep
olacaktır: "Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba,
katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde
onları affet; bağışlanmaları için duâ et." (3/Âl-i İmrân, 159)
İnsan, yaratılışı gereği güzellikten, sevgi ve
saygıdan, güzel hitaplardan zevk alır. Bozulmamış fıtrata zor gelen, insanın
kendi hevâsının, kötü arzularının izinden gitmesi, güzel yolu bırakıp kötü
davranmasıdır. Çünkü, bunlar vicdanı rahatsız eder, huzursuzluk ve stres kaynağı
olur. Güzel sözler, karşıdaki insan için olduğu kadar, konuşan insan için de
huzur ve mutluluk vesilesidir; her ibâdette olduğu gibi, esas karşılığı âhirette
alınacak olması yanında dünyada da avansın, peşin ödüllerin alındığı
hayırlardır. Sözün en güzeline uyanlara müjdeler vardır (39/Zümer, 17-18).
Sadece âhirette değil, dünyada da huzur içinde, izzetli ve onurlu bir şekilde,
güzel bir hayat yaşayacaklardır: "Erkek veya kadın, kim mü'min olarak sâlih
amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların mükâfatlarını
yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz." (16/Nahl, 97)
EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER
- EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER ..
- Emr-i Bi'l-Ma'rûf ve Nehy-i Ani'l-Münker; Anlam ve Mâhiyeti
- Ma'rûf Nedir? .
- Münker
- Din, Münkerleri Hoş Görmez
- Kur'ân-ı Kerim'de Emr-i Bi'l-Ma'ruf
- Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi'l-Ma'rûf
- Tebliğ .
- Tebliğ Görevi ve Tebliğ Metodu
- Sanat ve Tebliğ .
- Dâvet; Hakka Çağrı
- Dâvetin Alanı
- Dâvetin Metodu
- Dâî/Dâvetçi
- Vaaz .
- Nasihat
- Olumsuz Anlamıyla Nasihat
- Din Nasihattır
- İrşâd .
- Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib .
- Muhtesib .
- Sözü, İnsanları Allah'a Çağırmakla Güzelleştirebiliriz .
- Dâvet ve Tebliğ Usûlü .
- Sözlerin En Güzeli Olan Kitap'ta "En Güzel Söz" Diye Tanımlanan "Dâvet"in Usûlü
- Rasûlullah ve Güzel Söz
- Tebliğcinin Meslekleri a- Tebliğci, doktor olmalıdır.
- b- İtfaiyeci olmalıdır.
- c- Cankurtaran olmalıdır.
- d- Asker ve polis olmalıdır.
- e- Hoca, vâiz, müezzzin, hatip, öğretmen olmalıdır.