Kur'ân-ı Kerim'de Emr-i Bi'l-Ma'ruf

Kur

Kur'ân-ı Kerim'de
Emr-i Bi'l-Ma'ruf



Kur'ân-ı Kerim'de, ma'rûf kelimesi toplam 39
yerde geçer. Münker kelimesi ise 18 yerde kullanılır. Kur'ân-ı Kerim'de, ma'rûf
ve münker kelimeleri, dokuz âyette "ma'rûfu emretme ve münkeri nehyetme"
anlamına gelen ifâde kalıplarıyla geçmektedir. Bu âyetlerde hangi davranışların
ma'rûf, hangilerinin münker olduğu belirtilip bir tahsis yolunan gidilmemesi,
ma'rûfun dinin yapılmasını gerekli gördüğü veya tavsiye ettiği, münkerin de
bunların zıddı olan söz ve davranışların tamamını kapsadığını göstermektedir.
İslâmî kaynaklar, iyiliğin hâkim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün
önlenmesi, bu şekilde faziletli bir toplumun oluşturulması ve yaşatılması için
gösterilen faâliyeti, Kur'an ve hadislerdeki kullanıma uygun olarak emr-i bi'l-ma'ruf,
nehy-i ani'l-münker şeklinde formülleştirmişler, Kitap, Sünnet ve icmâa
dayanarak bu faâliyetin farz olduğunda birleşmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerim'de da'vet kelimesi 6 âyette
geçmekte olup, aynı kökten değişik türevleri 205 defa kullanılmıştır. Dâvet ve
türevleri, bu âyetlerde İslâm'a ve İslâmî ilkelerin uygulanmasına çağrı yanında,
Allah'a duâ/yakarış (2/Bakara, 186); 10/Yûnus, 89; 13/Ra'd, 14); insanların
yeniden dirilip mahşerde toplanmaları için kabirlerinden çağrılmaları (30/Rûm,
25) gibi değişik mânâlarda kullanılmıştır.

Da'vet kelimesi, terim olarak özellikle "İslâm'a
ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı" anlamna gelir. Kur'ân-ı Kerim'de;
İslâm'a çağrı (61/Saff, 7), imana çağrı (57/Hadîd, 8), Allah yoluna çağrı (16/Nahl,
125), Allah'ın kitabına çağrı (3/Âl-i İmrân, 23), hakka çağrı (13/Ra'd, 14),
hayra çağrı (3/Âl-i İmrân, 104), kurtuluşa çağrı (40/Mü'min, 41), hayat
kaynağına çağrı (8/Enfâl, 24), esenliğe çağrı (47/Muhammed, 35) gibi mânâlara
gelen ifâdeler, dâvetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını
sağlamayı hedef alan bir faâliyet olduğunu, dolayısıyla hem gayri müslimlere,
hem de müslümanlara yönelik olabileceğini göstermektedir. Buna göre tebliğ,
irşad, vaaz, nasihat, inzâr, tebşîr, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker
gibi terimler de sözlük anlamları itibarıyla dâvetten farklı olmakla birlikte,
uygulama ve gâyeleri bakımından aynı veya yakın mânâları ifâde etmektedir. Bu
sebeple dâvet ve tebliğ başta olmak üzere bu kavramlar, sık sık birbirinin
yerine kullanılmıştır.

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber "Allah'ın
dâvetçisi (dâıyallah)" olarak nitelendirilmiş (46/Ahkaf, 31) ve ona yüklenen
dâvet vazifesi "dâvet et (üd'u)" emri yanında "tebliğ et (belliğ)", "hatırlat (zekkir)",
"ikaz et (enzir)" gibi daha başka kelimelerle de ifade edilmiştir. Ayrıca, pek
çok âyette Hz. Peygamber'in görevinin ancak "belâğ" olduğu zikredilmektedir
(Meselâ, bk. 3/Âl-i İmrân, 20; 5/Mâide, 92; 13/Ra'd, 40). Tebliğ ile aynı kökten
olan belâğ lafzı, bütün bu âyetlerde "dâvet" mânâsını ifâde etmekte, öte yandan
İslâm dinini yaymanın yegâne yolunun dâvet ve tebliğ olduğunu göstermektedir.
İslâm'da savaşın "cihad" diye adlandırılması, savaşın gâyesinin insan öldürüp
hükümranlık sağlamak olmayıp, insanları hakka dâvet etmek, onların inançta ve
amelde doğruyu bulmaları için gerekli yolları açmaya ve engelleri ortadan
kaldırmaya çalışmak olduğunu gösterir. Zira cihadın ilk ve en temel safhası
dâvet olup, "i'lâ-yı kelimetullah", yani tevhidi yayma vazfesinin yerine
getirilmesinde dâvet imkânının mevcut olması halinde, silâhlı savaşa gerek
kalmayacaktır. Nitekim bizzat Hz. Peygamber'in başlattığı ve sonraki dönemde
devam ettirilen uygulamaya göre, İslâm ordu kumandanlarının öncelikle düşmanı
İslâm'a dâvet etmeleri gerekir.

Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli vesilelerle Hz.
Muhammed'in risâletinin bütün insanlığı kapsadığı (meselâ, bk. 7/A'râf, 158; 34/sebe',
28) ve sadece İslâm'ın Allah nezdinde geçerli din olduğu (bk. 3/Âl-i İmrân, 19,
85) belirtilmiştir. Yine Kur'an'da Hz. Peygamber'in insanlar üzerinde bir zorba
olmadığı (88/Ğâşiye, 22) görevinin irşad, tebliğ ve dâvetten ibâret bulunduğu
(3/Âl-i İmrân, 20; 5/Mâide, 92, 99; 42/Şûrâ, 48), esâsen ilke olarak dinde
zorlamaya başvurulamayacağı, gerçek olanla olmayanın birbirinden ayrıldığı
(2/Bakara, 256), bundan sonra artık iman edip etmemenin insanların kendi
istemelerine bağlı bulunduğu (18/Kehf, 29) ifâde edilmiştir. Ayrıca Kur'ân-ı
Kerim'de Hz. Peygamber dâî, beşîr, nezîr gibi sıfatlarla nitelendirilerek onun
misyonunun dâvet esasına dayandığı vurgulanmış, özellikle peygamber'in ve genel
olarak müslümanların dâvet çalışmalarında uymaları gereken başlıca metotları
göstermesi bakımından son derece önem taşıyan bir âyette, "Rabbinin yoluna
hikmetle ve güzel öğütle dâvet et; onlarla tartışmanı en güzel bir şekilde
sürdür." (16/Nahl, 125) buyurularak dâvetin ıslâha yönelik, barışçı
metotlarla yapılması öngörülmüştür.

"Siz Kitab'ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz)
halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı
kullanmıyor musunuz?" (2/Bakara, 44)

"Sizden, hayra da'vet eden, emr-i bi'l-ma'rûf ve
nehy-i ani'l-münker yapan (iyiliği emredip kötülüğü men eden) bir topluluk
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."
(3/Âl-i İmrân, 104)

"Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz; emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker yapar ve Allah'a
iman edersiniz. Ehl-i kitap da iman etseydi, elbet bu, kendileri için çok iyi
olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) pek çoğu fâsıktır/yoldan
çıkmışlardır." (3/Âl-i İmrân, 110)

"Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak
davrandın. Şayet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp
giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait)
işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven.
Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever."
(3/Âl-i İmrân, 159)

"Onlar (münâfıklar), Allah'ın kalplerindekini
bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri
hakkında belîğ/tesirli söz söyle."
(4/Nisâ, 63)

"Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez;
ancak, zulme/haksızlığa uğrayan başka. Allah, her şeyi işitendir, bilendir."
(4/Nisâ, 148)

"... İyi ve güzel olan şeylerde ve takvâda
(yolunuzu Allah'ın kitabıyla bulmada) yardımlaşın."
(5/Mâide, 2)

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse
(bilsin ki), Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü'minlere karşı alçakgönüllü
(şefkatli), kâfirlere karşı azîz, onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.
(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar
(hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği
lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir."
(5/Mâide, 54)

"Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.
Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez/rehberlik
yapmaz." (5/Mâide, 67)

"İsrâiloğullarından kâfir olanlar, Dâvud ve
Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve
sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri münkerden/kötülükten, birbirini
vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun, yaptıkları ne kötüdür!"
(5/Maide, 78-79)

"Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)
dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol
(meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen
kalk), o zâlimler topluluğu ile oturma."
(6/En'âm, 68) bk. 4/Nisâ, 140

"Onların Allah'ı bir tarafa bırakarak
taptıklarına (putlarına) sövmeyin; sonra, onlar da bilmeyerek Allah'a söverler."
(6/En'âm, 108)

"(Nûh).... Ben size öğütler veriyorum."
(7 Araf 62)

"... Size dürüst ve güvenilir öğütler
veriyorum." (7 Araf 68)

"İçlerinden bir topluluk, 'Allah'ın helâk
edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt
veriyorsunuz?' dedi. (Öğüt verenler de) dediler ki: 'Rabbinize mâzeret (beyan
etmek) için, bir de belki sakınırlar diye (öğüt veriyoruz). Onlar, kendilerine
verilen öğütleri unutunca, Biz de kötülükten men edenleri kurtardık,
zulmedenleri yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile
yakaladık." (7/A'râf, 164-165)

"Affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla
emret, kendini bilmeyen câhillerden yüz çevir."
(7/Arâf, 199)

"(Sizden olduklarına dair yemin eden) Münâfık
erkekler ve münâfık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Çünkü onlar
münkeri/kötülüğü emreder, ma'rûftan/iyilikten alıkorlar (siz ise iyiliği
emreder, kötülükten alıkorsunuz) ve onlar ellerini sıkı tutarlar (Allah için
infak edip harcamak husûsunda cimrilik gösterirler). Allah'ı unuttular, Allah da
onları unuttu. Çünkü münâfıklar fâsıkların ta kendileridir."
(9/Tevbe, 67)

"Erkek ve kadın mü'minlere gelince; onlar,
birbirlerinin velîsi/yakını ve dostlarıdır. Hep birbirlerine ma'rûfu emrederler
ve münkerden nehyederler (iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve
zararlı olanın yapılmasına engel olurlar)."
(9/Tevbe, 71)

"...(Şuayb a.s.:) Size yasak ettiğim şeylerin
aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği
kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir.
Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim."
(11/Hûd, 88)

"Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi?
Güzel bir sözü; kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca
(benzetti). O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar
diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden
koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan pis bir ağaca benzer. Allah,
iman edenleri dünya hayatında da âhirette de değişmeyen sözle sağlam yolda
yürütür. Buna mukabil Allah zâlimleri saptırır. Allah dilediğini yapar."
(14/İbrâhim, 24-27)

"Artık sen, sana emrolunanı açıktan açığa bildir
ve şirk koşanlardan yüzçevir."
(15/Hıcr, 94)

"Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle
dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Çünkü Rabbin, kendi yolundan
sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir."
(16/Nahl, 125)

"Rabbim, göğsüme genişlik ver; kolaylaştır
işimi. Çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar sözümü."
(20/Tâhâ, 25-28)

"(Ey Mûsâ, kardeşin Hârun'la beraber) Firavun'a
gidin. O, tuğyân etti/iyice azdı. Ona tatlı ve yumuşak söz söyleyin."
(20/Tâhâ, 44)

"Ehline/âilene namazı emret; kendin de ona sabır
ile devam et!..." (20/Tâhâ, 132)

"Onlar (mü'minler) ki, yalan şâhitlik etmezler,
boş bir şeye rastladıklarında, vakar ile (oradan) geçip giderler. Kendilerine
Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör
davranmazlar." (25/Furkan, 72-73)

"(Önce) En yakın akrabalarını uyar. Sana uyan
mü'minlere kanadını indir."
(26/Şuarâ, 214-215)

"... Rabbinin yoluna çağırmaya devam et..."
(28 Kasas 87)

"(Lokman, oğluna nasihat ederek şöyle dedi:)
'Yavrucuğum! Namazı kıl, ma'rûfu/iyiliği emret, münkerden/kötülükten
vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer
işlerdir." (31/Lokman, 17)

"Onlar Allah'ın gönderdiği emirleri tebliğ edip
duyururlar. Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap
görücü olarak Allah herkese yeter."
(33/Ahzâb, 39)

"Kim izzet ve şeref istiyorsa, (bilsin ki) izzet
ve şerefin hepsi Allah'ındır (onu dilediğine verir). O'na ancak güzel sözler
yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır..."
(35/Fâtır, 10)

"Tâğuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a
yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele.
İşte Allah'ın hidâyet edip doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar
akıl sahipleridir." (39/Zümer, 17-18)

"Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve
mükerreren gelen Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden
korkanların bu Kitaptan derileri ürperir, sonra hem ciltleri ve hem de kalpleri,
Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın dilediğini onunla doğru
yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol
gösteren olmaz." (39Zümer, 23)

"(İnsanları) Allah'a dâvet eden, sâlih amel/iyi
iş yapan ve ‘ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman
(görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost
olur." (41/Fussılet, 33-34)

"Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi
söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük nefretle
karşılanan en sevilmeyen bir şeydir."
(61/Saff, 2-3)

"Kendilerine Tevrat yükletilen sonra onu
taşımayanların (Kitab'ın hükümleriyle amel etmeyenlerin) durumu, koca koca
kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir."
(62/Cuma, 5)

"Asra yemin olsun ki, insan
gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih amel işleyenler,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hâriçtir."
(103/Asr, 1-3)