Hadis-i Şeriflerde Emr-i Bi'l-Ma'rûf

Hadis

Hadis-i Şeriflerde
Emr-i Bi'l-Ma'rûf



Kur'ân-ı Kerim'de olduğu gibi, hadis-i
şeriflerde, müslümanlar içerisinden bir grubun mutlaka bu emr-i bi'l-ma'rûf ve
nehy-i ani'l-münker görevini üstlenmesi gerektiğini, en hayırlı ümmetin
vasıflarının bu olduğunu, iyilikleri emredip affetmeyi prensip haline getirip
câhillerden uzak durulması gerektiğini, müslümanların erkek ve kadın daima bu
görevlerine devam edeceklerini, önceki toplumlarda bu görevi yaşamayanlara lânet
edildiğini, gerçek ve doğruların Rabbimizden olduğunu, dileyenin iman edip
dileyenin inkar ettiğini, emrolunduğumuz İslâmî hüküm ve bilgileri beyinleri
çatlatırcasına duyurmamız gerektiğini, kötülükten sakındıranların
kurtulduklarını, bu işi yapmayan ve kötülüklere batıp gidenlerin
azaplandırıldığını, kötülük gören kimsenin gücü doğrultusunda eliyle, diliyle
değiştirmesi gerektiğini, bunlara gücü yetmeyenin kalbiyle buğzetmesi icap
ettiğini, bunun da imanın en zayıf derecesi olduğunu, cihadın el ile, dil ile,
kalp ile olabileceğini, cihad fikri ve şuuru olmayan kimsede hardal ağırlığı
kadar imanın olmadığını, küfür sayılacak bir işi işlemedikleri sürece müslüman
olup İslâmî hükümlerle yöneten idârecileri dinleyip itaat edeceğimizi, geminin
alt katındakilerin su almak için üsttekileri rahatsız etmemek için geminin
tabanına bir delik açarak bu ihtiyaçlarını gidermelerine üst kattakiler engel
olmazlarsa hepsinin birden boğulacaklarını, dine uygun olmayan işler yapan
idarecilere engel olmaya çalışanların kurtuluşa ereceklerini, namaz kıldıkları
sürece onlara savaş açılamayacağını, kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit
insanların topyekün helâk olacaklarını, yollarda oturmamak gerektiğini, oturmak
mecbûriyeti varsa yolun hakkı olan gözü haramlardan korumak gerektiğini, selâm
almak, kimseye eziyet etmemek, kötülüklerden sakındırma vazifesini yerine
getirmek gerektiğini, haram kılınan bir şeyden başka yönlerden istifade
edilebileceğini, en kötü yöneticinin insanlara katı ve kaba davrananlar
olduğunu, Allah ve Rasûlünün iyi dediklerini emretmek, kötü dediklerinden
sakındırmanın bir vazife olduğunu, yapılmadığı takdirde azâbın gerçekleşeceğini,
en faziletli cihadın zâlim hükümdara karşı hakkı söylemek olduğunu, İsrâil
oğullarında dinden sapmanın nasıl ve ne şekilde olduğunu, doğru yolda olduğumuz
sürece sapıtanların bize zarar veremeyecekleri bildirilir.

Emredilmesi ve yasaklanması gereken hususlar
herkesin bildiği ve bilmek mecbûriyetinde olduğu meselelerden ise bunda tüm
müslümanlar ortaktır. Bu işi yaparken de tebliğ metoduna uygun olarak yapılmalı;
kibarlık, hoş muamele, yumuşak davranış esas olmalıdır. Kötülüğü el ile
değiştirmek demek; ona fiilî müdâhalede bulunmak ve işe el atmak demektir.
Şâyet kişinin içinde bulunduğu durum ve konum bu şekilde o kötülüğü düzeltmeye
kâfi gelmiyorsa bunu dili ile söyleyerek yapmalı, büyük fitnelere
sebep olmamalıdır. Yine bir tehlike yani kargaşa ve fitne olacaksa kalbiyle o
şeyden tiksinsin ve uzak dursun denilmekle tebliğ ve ikaz zaman ve
zemine göre ayarlanmalıdır. Herkesin çoban olduğu, yönetimi ve idâresini elinde
bulundurduğu kimselerden sorumlu olduğu hadisi de gözden uzak tutulmamalıdır.
Aile reisi ev halkına, bir işyeri idaresinde bulunan oradaki çalışanlara,
devleti idare eden de tebaasına karşı, bu konuda gerekli yükümlülüğü vardır. Bu
işi yaparken de Allah'ın ve Rasûlünün râzı olacağı her vâsıtayı kullanmak da bir
gereklilikdir.

"Sizden her kim bir münker (kötülük veya çirkin
bir şey) görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse
diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğzetsin, onu
hoş görmeyip kabullenmesin) ki, bu da imanın en zayıf derecesidir."
(Müslim, İman 78)

"İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktan ve
Allah'ı zikirden başka insanoğlunun her sözü aleyhinedir."
(İbn Mâce, Fiten 12)

"Cihâdın en faziletlisi, zâlim idarecinin
karşısında doğru ve adâletli sözü, hakkı haykırmaktır."
(Ebû Dâvud; Melâhim 17; Tirmizî,
Bey'at 37)

Peygamber (s.a.s.) ayağını bineceği hayvanın
üzengisine koymuş vaziyette iken bir adam: "Hangi cihadın sevabı daha çoktur?
diye sordu. Peygamberimiz: "Zâlim idârecinin karşısında doğru ve adâletli
sözü haykırmaktır" buyurdular. (Nesâî, Bey'at 37)

"Allah'ın çizdiği sınırları aşmayarak onları
koruyanlarla yasaklarını hiçe sayarak hudûdu çiğneyenlerin durumu aynen
şöyledir: Bir gemideki yerlerini almak üzere bir toplum aralarında kur'a
çektiler. Bunlardan bir kısmı geminin alt katına bir kısmı da üst katına
yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından
geçiyorlardı. Alt katta oturanlar hissemize düşen alt kattan bir delik açsak da,
üst katımızda oturanlara su almak için eziyet etmemiş olsak, dediler. Eğer üstte
oturanlar bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa
hepsi birlikte batar, helâk olurlar. Eğer buna engel olurlarsa hem kendileri
kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar."
(Buhârî, Şirket 6)

Günümüzde de İslâm adına İslâm'dan tâvizler
vererek bazı işler yapanlar aynen bu hadisteki misalde olduğu gibi gemiyi
delmekteler, fakat diğer müslümanlardan hiçbir tepki ve engelleme de gelmemekte,
böyle olduğu için bâtıl ve geçersiz olan şeyler müslümanlar tarafından
müslümanca bir hareket ve tavır gibi görülmekte ve sergilenmektedir. Bugün
hepimizin yapacağı tek iş, İslâm'ı Kur'an ve hadislerden en güzel şekliyle
öğrenip yapılacak ve yapılmayacak işleri o bilgiler doğrultusunda yapmak veya
yapmayıp engel olmak şeklinde bir tavır ortaya koymak olacaktır. Böylece İslâmî
isim ve imajlar altında gayri İslâmî işler yapılmamış ve İslâm tatmin vâsıtası
olarak kullanılmamış olacaktır. Bugün bâtıl bid'at, hurâfe ve haram olan pek çok
şey İslâmî elbise giydirilerek meşrû imiş gibi gösterilmekte ve kimse
tarafından, hiçbir engelleme olmadığı için yapılıp gitmekte ve kafalarda meşrû
bir iş gibi kalmaktadır. Kitap ve sünnet gözlüğüyle bakanlar, böyle yapılan pek
çok gayrimeşrû işi, bugün İslâmî isimler altında görebilecektir. Gücümüz
yettiğince bunlara engel olunmalıdır.

Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, içimizde iyiler
de olduğu halde felâkete uğrar mıyız?" denildi. Rasûlullah (s.a.s.) de şöyle
cevap verdi: "Kötülükler ve fenâlıklar çoğaldığı vakit evet." (Buhârî,
Fiten 4; Müslim, Fiten)

"Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız"
buyurdu. Sahâbîler: Yâ Rasûlallah,
bizim yol ve sokaklarda oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü oralarda
lüzumlu işlerimizi konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Madem ki vazgeçemiyorsunuz, mutlaka oturmak zorunda kalıyorsunuz; öyleyse yolun
hakkını veriniz" buyurdular. Bunun üzerine; "yolun hakkı nedir yâ
Rasûlallah?" diye sorulunca; peygamberimiz (s.a.s.): "Harama bakmaktan
gözleri korumak, gelip geçenlere eziyet vermemek, verilen selâmı almak, İslâm
tarafından iyi denilen şeyleri tavsiye edip kötülüklerden sakındırma vazifesini
yerine getirmektir" buyurdular. (Buhârî, Mezâlim 22; Müslim, Libas
114)

"Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki; ya iyilikleri emreder, kötülüklerden sakındırırsınız ya da
Allah size yakında üzerinize bir belâ gönderir de sonra Allah'a duâ edersiniz de
duânız kabul edilmez."
(Tirmizi, Fiten 9)

"Size ma'rûf getirene (ikram edene), karşılık
veriniz." (Nesâî, Edeb 108; Ahmed bin
Hanbel, Müsned, II/68)

"İsrâiloğullarının dindeki bozuklukları şöyle
başlamıştır. Bir adam başka birine rastlar ve: 'Hey arkadaş, Allah'tan kork ve
yapmakta olduğun şeyi terket, zira o işi yapmak sana helâl değildir' derdi.
Ertesi gün aynı işi yaparken tekrar o adamla karşılaşır ve onu yaptığı
kötülükten yasaklamadığı gibi onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da
çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah, onların kalplerini birbirine benzetti".
Sonra Rasûlullah (s.a.s.) şu âyeti
okudu: "Allah'tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan şu
İsrâiloğulları Dâvud ve Meryemoğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bu
onların isyan etmeleri ve hak, adâlet sınırlarını aşmalarındandır. Onlar
birbirlerini işledikleri kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmadılar. Yaptıkları şey
gerçekten ne kötü idi ve şimdi onlardan birçoğunun Allah'tan gelen gerçekleri
örtbas edenlerle dost olduklarını görebilirsin. Nefislerinin onlar için önceden
hazırladığı şey ne kadar kötüdür ki Allah onlara gazap etmiştir, onlar azapta
ebedî kalacaklardır. Eğer onlar Allah'a ve kendilerine gönderilen peygambere ve
ona indirilen her şeye gerçekten inansalardı bu; Allah'tan gelen gerçekleri
örtbas edenleri dost edinmezlerdi. Ama onların çoğu İlâhî sınırları aşan
kimselerdir." (5/Mâide, 78-81). Bu âyeti okuduktan sonra
peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Hayır Allah'a yemin ederim ki ya
iyiliği emreder kötülüklerden sakındırır, zâlimin elini tutup zulmünden el
çektirir, hakka döndürüp hak üzerinde tutarsınız, ya da Allah kalplerinizi
birbirine benzetir de İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder."
(Ebû Dâvud, Melâhim 17)

Tirmizî'nin rivâyeti ise şöyledir: Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu: "İsrâiloğulları günahlara daldıklarında âlimler
onları sakındırdılarsa da onlar izledikleri günahlara devam ettiler. Bu sefer
âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun
üzerine Allah da onların kalblerini birbirine benzetti de Dâvud ve Meryem oğlu
İsa'nın diliyle onlara lânet etti. Bu, onların isyan etmeleri ve sınırları
aşmaları sebebiyle idi." Rasûlullah (s.a.s.) dayanmakta olduğu yerden
doğrulup oturdu ve: "Hayır, canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki, dil ile yasaklama yetmez, siz onları hakka boyun eğdirip hak
üzere tutmadıkça bu lânetleme de devam edecektir." (Tirmizî, Tefsiru
Sûre-i Mâide 6)

Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) şöyle demiştir: "Ey
insanlar şüphesiz siz şu âyeti okuyor (fakat, yanlış anlıyor)sunuz: "Ey iman
edenler! Siz yalnız kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda iseniz
sapıklığa düşenler size hiçbir zarar vermezler. Hepinizin dönüşü Allah'a
olacaktır ve o zaman Allah size hayatta yapmış oluğunuz şeyleri bildirecektir."
(5/Mâide, 105). Zira ben Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyururken işittim:
"Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa Allah'ın
bütün insanları gazaba uğratması pek yakındır." (Ebû Dâvud, Melâhim 17;
Tirmizî, Fiten 8)

"İsrâ'ya götürüldüğüm (Mi'râca çıkarıldığım)
gece, dudakları ateşten makaslarla kesilen birtakım kimselerin yanından geçtim.
‘Bunlar kimlerdir ey Cebrâil' dedim. Bana şu cevabı verdi: ‘Bunlar dünya
ehlinden olan hatiplerdir. İnsanlara iyiliği emrettikleri ve Kitab'ı okudukları
halde bizzat kendilerini unutanlardır. Bunlar hiç akıl etmezler mi?"
(Müsned-i Ahmed, III/120, 231, 239)

"İnsanlara iyiliği emredip de kendilerini
unutanlar cehennem ateşinde bağırsaklarını sürüklerler. Onlara, ‘siz
kimlersiniz?' diye sorulur, şu cevabı verirler: ‘Biz, insanlara hayrı
emrettiğimiz halde kendimizi unutan kimseleriz."
(Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I/158)

"Kıyâmet gününde adam gelir, cehenneme atılır.
Bağırsakları karnından dışarıya fırlar. Değirmen merkebinin döndüğü gibi
bağırsakları etrafında döner. Cehennemlikler onun etrafına toplanır, şöyle
derler: ‘Ey filân, sen ma'rûfu emreden, münkerden alıkoyan bir kimse değil
miydin?' Şöyle der: ‘Evet, öyle idim. Ma'rûfu emreder, fakat kendim işlemezdim.
Münkerden alıkoyar, fakat kendim işlerdim."
(Buhârî, Bed'u'l-Halk 10, Fiten, 17, h. no: 46; Müslim, Zühd 7, 51, h. no: 51
(2989); Ahmed bin Hanbel, Müsned, V/205, 206, 207, 209)

"Kıyâmet gününde azâbı insanlar arasında en
çetin olacak kimse Yüce Allah'ın kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim
adamı olacaktır." (İbn Mâce, Sünen;
el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid I/185)

"Cenâb-ı Hakk'ın Benden önce, ümmetler arasında
gönderdiği her peygamberin ashâbı ve havârileri vardır. Bunlar o peygamberin
sünnetine ittibâ eder, emirlerine uyarlar. Fakat onlardan sonra öyle nesiller
gelir ki yapmadıklarını söyler ve emr olunmadıklarını işlerler. Kim onlara karşı
eliyle mücâhede ederse mü'mindir, kim diliyle mücâhede ederse mü'mindir. Bunun
ötesinde ise zerre kadar iman yoktur."
(Müslim, İman 80; Ahmed bin Hanbel, I/458, 461)

"Şu muhakkak ki sizin üzerinize birtakım
âmirler/yöneticiler tâyin olunacak da siz onların yaptıklarından bazısını mâruf
ve güzel göreceksiniz. Kim münker işi çirkin görürse onun günahından berî (uzak)
olur. İnkâr edip ondan sakındıran, (günaha katılmaktan) uzak olur. Ancak kim ona
râzı olur ve (onu işleyenlere) uyarsa günahından kurtulamaz."
(Sahâbîler) dediler ki: ‘O idarecilerle savaşmayalım mı?' Buyurdu ki: "Namaz
kıldıkları müddetçe hayır!" (Müslim, İmâre 63)

"Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, ya
hayır (iyi, güzel, hak, doğru, meşrû söz) söylesin veya konuşmasın, sussun!"
(Buhârî, Tecrid-i Sarih Terc. 12/131, hadis no: 1981; et-Tâc, 5/183;
Riyâzu's.Sâlihîn, II/120)

"Din nasihattir." Ashâb sordu: ‘Kim için
nasihattir ya Rasûlallah?' "Allah için, Kitab'ı ve Rasûlü için, müslüman devlet
adamları ve bütün müslümanlar için."
(Müslim, İman 95; Buhârî, İman 42, Ahkâm 43; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey'at 31;
Ebû Dâvud, Edeb 59) (Nasihat, öğüt vermek yanında, ihlâslı/samimi olmak anlamına
da gelir)

"Her ma'rûf/iyilik, güzel söz bir sadakadır."
(Müslim, Zekât 16, Ebû Dâvud, Zekât 60; Buhârî, Edebu'l-Müfred, I/245)

"Bir hayırlı işe delâlet eden (vesile olan)
kimse için, o hayırlı işi işleyenin sevâbı gibi mükâfat vardır."
(Müslim, İmâre 38; Ebû Dâvud, Edeb 115; Tirmizî, İlm 14)

"Kim bir hayra ve iyiliğe klavuzluk ederse ona
hayrı işleyenin sevabı kadar sevap vardır."
(Müslim, İmâre 133)

"İnsanları doğru yola çağıran kimseye kendisine
uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey
eksilmez. Başkalarını dalâlete/sapıklığa çağıran kimseye de kendisine uyanların
günahı gibi günah yazılır, ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez."
(Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlm 15;
Ebû Dâvud, Sünnet 6)

"İslâm'da iyi bir çığır açan kimseye, açtığı o
çığırın sevâbı verileceği gibi, o yolda gidenlerin sevabı da verilir ve onların
sevabından da hiç bir şey eksilmez. Her kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa, o
kimseye açtığı çığırın günahı yükletildiği gibi, kendisinden sonra o yoldan
gidenlerin günahı da yükletilir. Fakat onların günahlarından da hiçbir şey
noksanlaşmaz."
(Müslim, Zekât 69)

Ebu'l-Abbas Sehl İbn-i Sa'd es-Saidî (r.a.)'den
rivâyet edildiğine göre Hayber gazvesi gününde Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu: "Bu sancağı yarın öyle bir kimseye vereceğim ki Allah, onun eliyle
Hayberi fetheder. Hem o kimse Allah'ı ve Rasûlünü sever, Allah ve peygamberi de
onu sever." Bunun üzerine insanlar sancak kime verilecek diye geceyi
konuşarak geçirdiler. Sabah olunca sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün
sahâbîler Rasûlullah (s.a.s.)'in huzuruna koştular. Peygamber efendimiz: "Ali
İbn-i Ebû Talib nerede? Diye sordu. Sahabiler: ‘Ey Allah'ın Rasûlü,
o gözlerinden rahatsız' dediler. Bunun üzerine peygamberimiz: "Ona haber
götürecek birini gönderiniz" buyurdular. Ali derhal getirildi.
Rasûlullah (s.a.s.) onun gözlerini tükrüğüyle tedâvi edip kendisine duâ etti,
hiç ağrı görmemiş gibi oldu. Peygamber sancağı ona verdi. Ali: ‘Yâ Rasûlallah!
Onlar da bizim gibi mü'min oluncaya kadar mı savaşacağım?' dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.): "Yavaş ve sâkin olarak onların yanına var, onları
İslâm'a çağır. Uymaları gereken Allah'tan gelen yükümlülükleri kendilerine
bildir. Allah'a yemin ederim ki senin vâsıtanla Allah'ın bir kimseye hidâyet
vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır"
buyurdu. (Buhârî, Fezâilü's-Sahâbe 9, Müslim; Fezâilü's-Sahâbe 34)

"Hayırlı söz söyleyip de insanlar arasını
düzelten, yahut hayır ileten, yalancı değildir."
(Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101)

"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin,
nefret ettirmeyin." (Buhâri, İlim 11;
Müslim, Cihad 5, 6)

"Öğretiniz ve kolaylaştırınız."
(Bu sözü üç defa söyledi.) "Bir de öfkelendiğin zaman sus!" (Bunu da iki
defa söyledi.) (Ahmed bin Hanbel, Müsned Hadis no: 2136, 2556)

"Allah güzeldir, güzelliği sever."
(Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10)

"Mü'min dil uzatıcı değildir, lânet okuyucu
değildir, kötü iş yapan değildir, kötü, kaba ve çirkin söz söyleyen değildir."
(Tirmizî, Birr 48, hadis no: 1978)

"Bir kimse, başka bir kimseyi fıskla veya
küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa,
kelime (itham ettiği sıfat) kendine döndürülür."
(Buhârî, Edeb 44)

"Bir mü'mine şer olarak, müslüman kardeşine
hakaret etmesi kâfidir."
(Riyâzu's-Sâlihîn, III/156)

"Kim bana iki bacağı arasındaki tenâsül uzvunu
(haramdan koruyacağına), iki çenesi arasındaki dilini de (yasaklanmış
çirkinliklerden koruyup güzelliklerle süsleyeceğine) garanti verirse, ben de ona
cenneti garanti ederim." (et-Tâc,
5/183)

"Halkın seviyesine ininiz."
(Ebû Dâvûd, Edeb 20)

"Kendisinin yapmadığı bir davranışa veya söze
insanları çağıran kişi ya vazgeçinceye veya çağırdığı şeyi yapıncaya kadar
Allah'ın azâbının gölgesi altındadır."
(Taberânî, naklen İbn Kesir, II/325-326)

"Cehennemde, cehennem ehlinin kokusundan
bîzâr/şikâyetçi oldukları bir adam vardır."
Denildi ki: "O kimdir ey Allah'ın Rasûlü?" Hz.
Peygamber (s.a.s.) de: "İlminden kendisi istifâde etmeyen âlimdir"
buyurdu. (Tefsir-i Kebir, II/482)

"Kendisi yapmadığı halde insanlara hayrı
(iyiliği) öğreten kimse tıpkı insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen
bir kandil gibidir." (Tefsir-i Kebir,
II/482)

Hasan Basri: "İnsanlara uygulamanla, fiilinle
nasihat et; sadece sözlerinle değil." (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 273). Yine
Hasan Basri'nin diğer bir nasihati: "Mârufu emreden birisi olduğun zaman, onu
kendisi yaşayıp uygulayanlardan ol; yoksa helâk olursun. Münkeri de
sakındıranlardan olduğunda ise, ondan kendisi sakınanlardan ol; yoksa helâk
olursun." (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 360)

Cerir İbn-i Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.s.)'e namazı her an devam ve duyarlılık üzere kılacağıma,
zekâtı hakkıyla vereceğime ve tüm müslümanlara her zaman nasihatte bulunacağıma
dair anlaşıp siyasî otoritesini kabul edip bey'at etmiştim/elini sıkmıştım.
(Buhârî, İman 42; Müslim, İman 97)

"Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği
şeyi din kardeşi için de arzu edip istemedikçe iman etmiş olamaz."
(Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71)

Ebû 'l Velid Ubâde İbn-i Sâmit (r.a.) şöyle
demiştir: "Biz zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda söz dinlemeye
ve boyun eğmeye ve başkalarının bize tercih edildiği zamanlarda bile ses
çıkarmaksızın itaat etmeye, elimizde bulunan kesin delillere göre açık küfür
sayılan bir şey görmedikçe iş başındakilerin işlerine karışmamaya, nerede
olursak olalım kimseden çekinmeksizin hakkı söylemeye Allah yolunda ve Allah'ın
rızâsı için hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacağımıza dair Rasûlullah
(s.a.s.)'in siyasî otoritesini kabul edip bey'at ederek elini sıktık." (Buhârî,
Ahkâm 42; Müslim, İman 41)

Rasûlüllah (s.a.s.) Abdulkays oğullarından
Eşecc'e: "Sende Allah'ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve
acele etmeden sabırla hareket etmek." (Müslim, İman 25)

"Allah kullarına merhametle ve büyük lutfuyla
muâmele eder. Bütün işlerde de kolaylık ve yumuşaklık gösterilmesinden memnun
olur. " (Buhârî, Edeb 35; Müslim,
Birr 48)

"Allah, kullarına karşı daima kolay ve yumuşak
olanı yapar, onlar hakkında yumuşak davranır. Her işte ve tüm kişilere karşı
yumuşak davranılmasını sever ve memnun kalır. Katılık ve zorla yapılan başka
işlerde vermediği sevâbı, kolaylık gösterilerek yapılan işlere verir."
(Müslim, Birr 77)

"Hangi işte kolaylık ve yumuşaklık varsa, o, işi
güzelleştirir. Kolaylık ve yumuşaklığın kendisinden çekilip çıkarıldığı her iş
ise onu çirkinleştirir."
(Müslim, Birr 78)

"Yarım hurmayla da olsa (onu sadaka vererek)
kendinizi cehennemden koruyunuz. Bunu da bulamazsanız güzel ve tatlı sözlerle.
Güzel söz sadakadır."
(Buhârî, Edeb 34; Müslim, Zekât 66)

"Yumuşak ve kolaylaştırıcı davranmayan kimse
bütün hayırlardan mahrum kalmış olur."
(Müslim, Birr 74)

"Namazı uzatmak hutbeyi kısaltmak kişinin dini
iyi bilip anlayışlı olduğunu gösterir. O halde namazı uzunca kıldırıp hutbeyi
kısa kesiniz."
(Müslim, Cuma 47)

"Bir adam müslüman kardeşine; "ey kâfir" derse
bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylendiği gibi ise bu
söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner."
(Buhârî, Edeb, 73; Müslim, İman 111)

"Kim bir adamı 'ey kâfir veya 'ey Allah'ın
düşmanı' diye çağırırsa ve o kimsede denildiği gibi değilse bu söz söyleyenin
kendisine döner."
(Buhârî, Edeb 44; Müslim, İman 112)

Bu iki hadis-i şerif müslümana yakışmayan
"kâfir" ve "Allah'ın düşmanı" gibi sözlerin söylenemeyeceğini ve bunun büyük bir
günah olduğunu bildirir. Câhillik yüzünden ve aşırı kindarlık sebebiyle İslâm
düşmanlarına hizmet ettiklerinin farkında olmayan bazı müslümanlar tarihin her
döneminde varolagelmiştir.

Gerçekten müslümanın vazifesi bir Müslüman
kardeşini işlediği bir hatadan dolayı İslâm toplumundan dışlaması değil, onu
kardeşçe ve İslâm âdâbına uygun biçimde uyarıp ikaz etmek, hata ve günahlarından
kurtulmasına vesile olmaktır. Peygamberimiz bizden bu hassâsiyete riâyet
etmemizi istemiş ve böyle bir hata yapan kimseye o sözün geri döneceğini bilmesi
gerektiğini bildirmiştir. Çok tehlikeli olan bu sözden Müslüman daima kaçınmalı
ve uzak durmalıdır. Bilerek veya bilmeyerek düşmanlara hizmet etmemelidirler.

Câhillik ve bilgisizliğin yanı sıra bir de
bilerek tekfirci olmak durumu vardır ki, bugün yeryüzünde İslâm âleminin durumu
meydandadır. Müslümanların birlik ve beraberlik içinde birbirlerini tevhid
inancına çağırmaları, küfür ve şirke düşmelerini engelleyecek esasları ortaya
koyarak birbirlerini ikaz ve irşadla doğru öğrenme ve İslâmî eğitim kurumlarını
çalıştırmaları ve kardeşlik üzere birbirlerine nasihat etmeleri ve birbirlerini
ikaz ederek düzeltmeleri uygun olur.

"Bir mü'min bir mü'min kimseyi kötülemez,
lânetlemez, kötü söz söyleyip çirkin davranışlar ortaya koymaz."
(Tirmizî, Birr 48)

"Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan kimseler
helâk oldular" buyurdu ve bu sözü üç
defa tekrarladı. (Müslim, İlim, 7)

Dikkatimiz çekilmek için üç sefer tekrarlanan,
dengeli ve ölçülü olmamızı tavsiye eden bu hadis-i şerife göre, edebiyat
parçalamak için sözde ileri giden, her türlü farz ve nâfile ibâdetlerde
başkalarına farklı davranışlarıyla dikkat çekmek isteyenler, aşırı nezâket ve
kibarlık budalası durumuna düşenler, tüm Müslümanlar arasında yalnızlığa itilmiş
olur. Böylece İslâm cemaati içinde yalnızlığa itilmiş olmaktan daha büyük bir
belâ da düşünülemez. Bu hadisle dinde ve sosyal hayattaki her türlü
aşırılıklardan uzak durularak ne sivrilip ne de geri kalarak, göze batan insan
durumuna düşmemek öğütleniyor.

"Muhakkak ki Allah sığır cinsinin otu yerken
ağzında evirip çevirdiği gibi sözü ağzında evirip, çevirerek lugat parçalayan
kimselere buğzeder." (Ebû Dâvud, Edeb
94; Tirmizî, Edeb 72)

Allah her işte samimiyet ve iyi niyeti esas
alır. Hava atmak ve gubuzluk yapmak için konuşmada ağzı evirip çevirmek durumu
yasaklanmış ve kişi sığır gibi büyük baş hayvana benzetilmiştir. Güzel
konuşmakla, yapmacık konuşmayı birbirine karıştırmamalıdır. Konuşurken kendini
farklı gösterme ve bilgiçlik taslama İslâmî edebe aykırı kabul edilip
yasaklanmıştır. Göründüğünden başka tavırlar sergilemek münâfıklık alâmeti
sayılır. Müslümanlar her halinde Allah'ın rızâsını kazanacak şekilde olmak
durumundadır, başka gâye ve maksatlara ulaşmak için Allah'ın rızâsını terk
etmemelidir.

"İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyâmet gününde
bana en yakın olacak olanlar güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor
dedirtmek için uzun uzun ve edebiyat yaparak konuşanlar, sözünü beğendirmek için
avurdunu şişire şişire laf edenler, bilgiçlik taslayarak lügat parçalayanlar ise
hiç sevmediğim ve kıyâmet günü bana en uzak olan kimselerdir."
(Tirmizi, Birr 71)

Âişe (r. anhâ) şöyle demiştir: "Rasûlüllah
(s.a.s.) iki şeyden birini yapma konusunda serbest bırakıldığı zaman günah
olmadığı sürece mutlaka en kolay olanını tercih ederdi. Yapılacak iş günah ise
ondan daima en uzak kalan kendisi olurdu. Allah'ın yasakladığını çiğnemediği
sürece şahsı adına hiç bir şeyden intikam almamış; Allah'ın yasağı çiğnenmiş ise
onun cezasını mutlaka Allah için vermiştir." (Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil
77)

Ebû Vâil Şakık İbn Seleme (r.a.) şöyle demiştir:
İbn Mes'ud (r.a.) bize perşembe günleri va'z ederdi. Adamın biri ona: "Ey
Abdurrahman, bize her gün va'z etmeni istiyoruz" deyince İbn Mes'ud: "Sizi
usandırmamak için her gün va'z etmiyorum. Ben Rasûlullah (s.a.s.)'in bize usanç
gelir endişesiyle ara ara va'z ettiği gibi ben de size vaazlarımı her gün değil
de, böylece haftada bir gün yapıyorum." (Buhârî, İlim 11-12)